26 Mart 2016 Cumartesi

Kadıköy Yeldeğirmeni Sanat rezaletinde Son de Küba ile Latin Caz hayalkırıklığı

Kadıköy Belediyesi sanat etkinliklerini çok yakından takip ediyoruz. Süreyya Operası'nda gerçekleşen etkinliklerin hemen hemen tamamına katılıyoruz. Yıl içinde keyifle takip ettiğimiz çok sayıda etkinlik sahneleniyor. Zaman zaman ufak tefek aksaklıklar olsa da genel olarak iyi bir yönetim ile idari işler de yürütülüyor.

Bir de Yeldeğirmeni Sanat diye adlandırılan ama sanata dair incelik ve özen barındırmayan bir yönetim ile idare edilen binadan ibaret bir yer var. Ne yazıkki. Süreyya Operası'ndaki keyifle etkinlik izleyebileceğimiz düşüncesi ile Yeldeğirmeni Sanat'ta olan bir etkinliğe bilet aldık. Almaz olaydık.

Son de Küba ile Latin Caz denilen etkinlik için bilet aldık. Almaz olaydık. Herşeyiyle tam bir rezillikti. 

Nasıl mı? Anlatayım. 

Öncelikle binaya geldiğimizde bekleme için yeterli bir alan olmadığını ve yağmurlu havada sokakta kalmak zorunda olduğumu gördük. Biletlerimizi teslim almamıştık, gişedeydi, gişeden aldık ve balkonda olan yerlerimize çıktık. Girişte veya salona geçiş sırasında ne bir güvenlik ne bilet kontrol vardı. 

Koltuk satılan balkon bölümünün aslında kafeden bozma bir alan olduğunu gördük. Bir yanda mutfak, ocak, çay kaynayan elektrikli çaydanlık, davlumbaz, tezgah, servis alanı diğer yanda iskemleler, arkaya itilmiş masalar ve tepede bir kısmı patlamış, sağlam kalanları yanan bir avize. 

Salonda tavanda asılı olan avizeler ise balkon bölümünde tam göz hizasına gelen şekilde konumlandırılmış. Migreniniz yoksa burada 5 dakika oturduktan sonra olacaktır, çünkü avizenin gereksiz parlak ışıklı ampulleri gözünüzü öyle fazlasıyla rahatsız ediyorki baş ağrısı 5 dakikaya kalmadan şiddetle başlıyor. 

Bu sırada yanımıza gelen temizlik görevlisi, tek tek herkese yerinin balkon olup olmadığını sordu. Neden kontrolun girişte yapılmadığı veya okuma yazması olan insanlar olarak bilet üzerinde balkon yazan yerimizi bulup oturmamıza rağmen bu soruya maruz kaldığımızı veya bu kontrolun temizlik görevlisi tarafından yapıldığını anlayamadık.

Grup, etkinlikten sadece 10 dakika önce salona geldiği için sahneye de 10-15 dakikadan fazla geç çıktılar. Bu sırada görevlilere ne zaman başlayacağını sorduğumuzda aldığımız tek cevap başlayacak oldu. Ne zaman sorusunun karşılığı olmayan bu cevaba mı sıkılmalıyız yoksa bu anlamsız cevabı verirken terbiye kurallarını umursamayan görevli bayana mı hiç bilemedik. 

Bu uzun bekleme sırasında ışıkların çok rahatsız ettiğini söyleyip en azından biraz kısılmasını rica ettiğimizde, aldığımız cevabın, terbiye ölçüleri dışında kaba bir tavırla etkinlik başlayınca ışıklar kapanacak olması da artık o bayanın sorulara duyarsız ve ilgisiz olduğunu anlamamıza yardımcı oldu.

Sonunda grup sahneye çıktı. Ama balkon bölümü sanırım seyirci olarak kabul edilmediği için tepemizde yanan avize söndürülmedi. Kendimiz kalkıp söndürmek zorunda kaldık. O sırada lütfedip bir görevli geldi ama biz kendi işimizi kendimiz hallederek çözmüş olduk.

O kaba bayanın da en ön sıraya koşarak gidip oturması ve seyirciden daha çok eğlenmesi artık nasıl bir sorumluluk anlayışı olduğunu anlamamızı gayet açık sağladı.

Tüm konser boyunca salonda cep telefonları flaşları açık şekilde kullanıldı. Video ve fotoğraf çeken kişiler konserin kalanında da çektiklerini farklı sosyal medya ve iletişim sitelerinde paylaşmaya devam ettikleri için gözümüzün içinde flaşlarla baş ağrısının seviyesinde rekora ilerledik. Ne konserin başında ne de konser sırada hiçbir görevli uyarıda bulunmadı ve zaten kendileri de ellerinde telefon flaşla kendilerine çekim yapıyorlardı.

Konser sırasında gruptan biri su isteyince, yer kontrolu yapan temizlik görevlisi ile saç uzatarak ve nezaketsiz davranarak kendini entellektüel sanan görevli, balkon diye satılan mutfak bölümüne gelip davlumbaz ışığını yakıp dolaptan su aldılar. Bu sırada bizim konser izlememizi rahatsız etmeleri, ışıkların birden açılması vs onlar için gereksiz detaylardı.

Salonda ses düzeni ve akustik öyle kötü düzenlenmişki, balkon bölümünde müzik dinleyemiyorsunuz, bu bölüme ulaşan tek şey aşırı yüksek sesli gürültü. 

Yönetim denemeyecek kepazeliklerle yönetildiği sanılan, kendini eğlendirmekten asıl olan sorumluluklarından habersiz, iletişim yoksunu kişilerin eline bırakılmış bir bina Yeldeğirmeni Sanat. Sanat, adında var ancak içinde hiçbirşey yok. Çok yazık.

Kadıköy Belediyesi'ne bu fütursuzluk hiç yakışmıyor.

Konser nasıl mıydı? Solist bayan güzel dans etti ama müzik derseniz salonun kötü dizaynı sebebiyle o kısmı anlamak pek mümkün olamadı.




18 Mart 2016 Cuma

ağırlık... ne ile nasıl ölçülür?..

çok derin bir hüzün var içimde. 

sebebi?? bilmiyorum. ne zamandır? bilmiyorum. sanki hep vardı. sanki. hep. sanki bu derin hüznün olmadığı bir zaman yoktu. 

acıyor mu? çok. kalbim, gönlüm, ruhum. çok fazla. 

çok derin bir hüzün var içimde. ne aşk, ne kayıp, ne kaybediş. hiçbiri değil. hepsi birden. buz gibi olması herşeyin bir anda, sanki bir buz kütlesi üzerinde tek başına ana karadan kopmuş sürüklenir gibi.

canım çok yanıyor. bir şey yüzünden değil. çok şeyin ardarda gelmesi yüzünden. ve aslında güvenmek yüzünden. güvenmek ve yanıldığını çok sert şekilde öğrenmek yüzünden.

şimdi. canım yanıyor, hani denir ya gönlüm acıyor. geçer elbet. sızısı bile geçer. ama iyileşse de herşey, insan her acıda bir kapıyı daha kapatıyor, güven duygusu bir basamak daha azalıyor, güven duyabilme yeteneğini kaybediyor. üzüldüğüm bu aslında. saf çocuk halimizi yitirmek ve bu kayba sadece acıyla sızan birkaç damla gözyaşı ile bakabilmek. 

canım çok yanıyor.


16 Mart 2016 Çarşamba

Kuşlar... Semaver Kumpanya'dan...

Semaver Kumpanya bu defa sahnede uçtu. Şaka değil, kelimenin hem yam anlamıyla hem mecazi anlamıyla uçtu. Nasıl mı?

Anneme 67. yaş hediyesi olarak Semaver Kumpanya'nın sahnelediği Kuşlar oyununa bilet almıştım. İyiki. Bu gece de oyun zamanıydı. Nasıl mıydı oyun? Hani yeni tabirle diyorlar ya on numara beş yıldız, aynen öyleydi. Nasıl yani mi, diyorsunuz? Şöyle...

Aristofanes 2500 sene önce yazmış oyunu. Hani çok severiz ya özetle dinlemeyi, şimdi ben size iki cümlede özetleyeyim. İki arkadaş Atina'daki düzenden rahatsız olup bir ütopya fikri ile yola düşerler. Yolda bir yere yerleşirler ve işte o andan sonra kaçtıkları kısırdöngü ve bozuklukların tam ortasına düşerler.

Şimdi böyle anlatınca, puff mitoloji bana uymaz diyen de olacaktır ya da ne bu arkadaşım bıkmışız dertten tasadan, komedi lazım vatandaşa diyen de.

Önyargı, insanın en büyük zaafıdır. Yapmayın. İnterneti açın, hemen en yakın tarihteki ilk oyuna bilet alın hem de en önden. Bana da haber verin, tekrar gideceğim, birlikte izleriz.

Semaver Kumpanya ekibi sahnede hiç beklemediğimiz hareketler yapıyor. Seyirciyle konuşuyor, dönüp sizi işaret ediyor, göz göze gelip gülümsüyor, halden hale geçiyor ve siz kahkahayla gülerken bir yandan da aman bir dakika arada espri kaçırmadım di mi ziyan etmedim bir repliği hissi uyandırıyor.

İnsanlar ve kuşların diyalogları, tanrılara seslenişler, Zeus'un bol bol kulağını çınlatmalar, dinamik sahneleme, modern uyarlamadan çok daha ötesi ve çok fazlası var sahnede bu ekipler. Genç ve emekçi bir kadro ile harika bir iş ortaya konmuş. Mesaj kaygısı olmadan, seyircinin gözüne sokmadan, zorlamadan sıkmadan harika iki saat yaşatıyorlar tiyatroda. 

Her diyalog zekice kurgulanmış ve tam yerinde su gibi akıyor.

Hemen, hiç beklemeden açın interneti ve biletleri alın, bana da haber vermeyi unutmayın.

Kuşlar... Semaver Kumpanya'dan muhteşem bir sahneleme.

Gidin, izleyin, anlatın...



15 Mart 2016 Salı

anladım...

anladım ki... 

acı, acıyla iyileşmiyor. çivi, çiviyi sökmüyor. sökmeye çalışırsan, daha büyük yara açılıyor gönlünde. canın daha çok yanıyor.

güvenip başını yasladığın omuz, aslında yokmuş, anladığında öyle çok yanıyorki canın. gönlündeki çizik öyle çok sızlatıyorki içini, ahh diyorsun ah.


bir akşam meselesi...

kadehimde âlâ, dilimde "kaç kere yemin ettim", tabağımda iki kaşık iç bakla hem de halis ayvalık zeytinyağı ile pişirilmiş.

kırgın birkaç mum alevi, masanın bir ucunda. 

rakı kadehime eklediğim buzun, suyun içinde eriyişini ve kadehimi buğulandırmasını izliyorum, dilimde yeni bir şarkı başlarken. aklıma geliyor, senin rakıyı buzlu sevmediğin. işte diyorum, başka bir şeyin uysa da illa uymayan birşeylerin oluyor diyorum kendi kendime, dudağımın kenarında tebessüm belirirken.

gözlerimde, gönlümdeki ağır hüznün buğusu, en son müslüm gürses'le beraber "... dünyada bıraktınnn" diye buzla hafif çatlamış sesimle şarkı söylüyordum.

böyle birşey olsa gerek, güvenmek ve kırılmak... ve bilinmezliğin ağır hüznü.


14 Mart 2016 Pazartesi

bunun adı nasıl aşk olur...

öyle derin bir hüzün var ki içimde. kalbim, yeniden bir bütün oluşturamayacak kadar çok parçalara ayrıldı. ve parçalar o kadar keskin ki yeniden birleştirmek için elimi uzatamıyorum bile.


11 Mart 2016 Cuma

Hayat Memat meselesi...

Mevzularımız hep hayat memat... Herşey daima çok acil ve önemli. Bir de hep "ben" odaklı. 

Bir de bazı durumlar var ve bazı insanlar ve mekanlar, hayat memat kadar önemli ve özel onlara dair şeyler ve bir o kadar da sakin. 

Beşiktaş Hayat Memat Meyhanesi'nde yaşanan bir an gibi mesela. Sakin bir atmosfer, yumuşak ve huzur veren bir ışıklandırma, dost bir ortam. Mezeler lezzetli, geriden geriden gelen müzik gönle dokunanlardan, bir de müzisyenler var illa içinizdeki şarkı söyleme güdüsünü hayata geçiren ve bunu ısrarsız yapan kendiliğinden hissettiren. Hizmet mi o açıkcası çok samimiyetli ve dostça, burada sanki bir ticari işletmede değil de arkadaşınızın evinde misafir gibi hissediyorsunuz. 

Bize tavsiye ettiler, biz de tavsiye etmeden önce gittik yedik içtik ve çok beğendik. 

Beşiktaş Barbaros Bulvarı sonunda çarşı girişinde semtin en güzel yerinde kendiliğinden kendini sevdiren ve alıştıran bu mekanı hala denemediyseniz bundan sonra müdavimi olacaksınız.

Sahi karşı masamızda şarkılar söyleyen o gönlü kendinden güzel üç genç kadınla da karşılaşır mıyız tekrar, galiba karşılaşırız, çünkü burası öyle güzel bir yer. 

Gitme fikrimiz vardı ama gitme zamanımızı belirleyen Koray Avcı'dan gittin gideli'nin akustik versiyonunu dinlemek oldu. İhmal etmeyin, dinleyin derim ben.

Muhabbet ile aşk ile sevgi ile...

Beşiktaş Hayat Memat Meyhanesi...



9 Mart 2016 Çarşamba

kırık bir hikaye... keskin ve kırmızı...

"gözümden gönlümden düşen düşene..." 

ellerim kan revan, kalbim avuçlarımın arasında paramparça, kırıkları ellerime batıyor, çok acıyor. bir sızı gönlümde de ellerimde de. 

kırıklarım artıyor her gün daha fazla. her dokunuş daha çok kırıyor. korumak istiyorum, avuçlarımı sıkıyorumki birleşsin kırıklarım diye. kırıklarım ne iyileşiyor ne birleşiyor, sadece avuçlarım daha çok kanıyor. 

her merhaba bin kırık yaratıyor. her güzel söz daha derin kesikler açıyor gönlümde.

"ben yanıldım hayat"...


Beşiktaş güzeldir...

Bazı mekanlar vardır, bazı yerler sanki o yerler hep vardı, hep giderdik. Anısı vardır, yaşanmışlığı vardır. 

Çocukluğunuz, ilk gençliğiniz, güzel günleriniz, kalp kırıklıklarınız hep oralarda yaşanmıştır. Bazı sokaklar, bazı mekanlar, bazı yerler vardır, anısı olan.

Beşiktaş Çıtır Pub gibi. Orası hep vardı sanki. Biz çocuktuk, abilerimiz ablalarımız giderdi, sonra biz büyüdük biz de gider olduk sohbete, buluşmaya, efkar dağıtmaya, gülmeye eğlenmeye.

Mekanı mekan yapan sadece ne yeri ne menüsü, mekanı tercih edilen yapan çalışanı biraz da. Yıllardır gidiyoruz, hep çok seviyoruz. 

İyiki bazı mekanlar ve onlara dair anılarımız var.


7 Mart 2016 Pazartesi

Ordu & Giresun gezi rotası - 1. gün

Kampanya sağolsun. Bir bankacılık işlemi yapmak için internet şubesini açtığımda kampanya notu ile karşılaştım. TEB CEPTETEB internet şubesinde "Ankara Esenboğa ve İstanbul Sabiha Gökçen havaalanından Anadolu Jet ile OrduGiresun havaalanına bir kişi gidiş dönüş 100 TL sabit fiyata bilet kampanyası notu yer alıyordu. Hiç vakit kaybetmeden haftasonu için bilet aldım. Booking'ten de hızlıca otel ayarlayıp haftasonu tatili için hayal kurmaya başladım. Bu arada, Booking sağolsun, gündüz daha yüksek olan fiyat akşamüstü ucuzlamıştı ve burada da güzel bir fırsat olmuş oldu.

Uçak saati ulaşım için kolay olduğundan bu defa özel araç yerine toplu taşıma ile gitmeyi tercih ettik. Kadıköy Çayırbaşı'ndan havaalanına hem Havataş hem İETT otobüsü ulaşımı bulunuyor. Saatler uyuyorsa İETT Ekspres seferini öneririz. Biz Cumartesi sabahı 4,60 TL'ye 45 dakikada havaalanına ulaştık. 

Sabiha Gökçen havaalanından sabah 09:30'ta OrduGiresun havaalanı için uçak seferimiz vardı. 10 dakika gecikme bildirimine rağmen tabiiki daha fazla gecikme ile havalandık. Uçuş yaklaşık 1 saat 15 dakika kadar sürüyor. İndiğimizde sakin ve havalı bir havaalanı ile karşılaştık. Havaş servisleri hemen çıkışta hem Ordu hem Giresun için bekliyorlar. Ordu yönü 8 TL ve Giresun yönü 10 TL ödüyorsunuz.


Biz Ordu'yu tercih ettik ilk gün için. Havaş ile yarım saat içinde otogara ulaşıyorsunuz. Otogar derken öyle şehrin bir ucunda değil. Merkeze yakın bir yerde iniyorsunuz. Yürüme mesafesi ile yaklaşık 5 dakikada Boztepe'ye çıkan teleferiğe ulaşıyorsunuz. Teleferik haftasonu kişi başı gidiş dönüş 7 TL. Kabinler 8 kişilik ama anlamadık neden, herkes tek tek binmeye çalışıyor, yabancılar aynı kabine binmiyor. Kabinlere ilçelerin isimlerini vermişler, bizimkisi ne olacak diye bekledik merakla. Birkaç dakika içinde Ordu manzarasını izleyerek tepeye ulaşılıyor. Bizim gezimiz sırasında hava yağmurlu olduğu için biraz gri ve mistik fotoğraflarımız oldu.



Tepede yürüyüş yapabilir ve manzara izleyerek çay içebilirsiniz. İşletmelerin bazılarından yükselen gereksiz müzik sesi de olmasa, manzaraya karşı on numara beş yıldız keyif yapabilirsiniz. 



Aynı şekilde teleferikle hem manzarayı izleyip hem de kısa zamanda aşağıya inebiliyorsunuz. Aşağı indiğimizde sahil boyu yürüyüş yaptık biraz. Kumsala inme imkanı da olsa daha güzel olacaktı ama bu kadarı bile çok güzeldi. Deniz kenarında kumsalda martılar ve sahile vuran dalgalar hem huzurlu hissettiriyor hem de fotoğraf zevkinizi fazlasıyla tatmin ediyor.


Sahil boyu biraz yürüyüş yaptıktan sonra meşhur pidelerden yemek için çarşıya doğru yöneldik. Caddeye çok yakın yerdr köşedeki Aktaşlar Pide pide için tavsiye edebileceğimiz bir yer, bize de teleferikte bizimle yukarı çıkan Ordu'lu genç öğretmen bayan tavsiye etti. Klasik ince uzun ve üzerine yumurta kırılmış kıymalı pidesi, herşeyden olsun dedikleri geniş pidesi, ayran, yerel Ufuk gazozu, meşhur ballı fındıklı fırın sütlaçı için yaklaşık 40 küsur lira ödedik. Bu arada başlangıç olarak lahana turşusu kavurması, çiğköfte ve zeytin ezmesi ikram ediyorlar, tabaklar dolu dolu ve iki defa getirdiler. Hem yemeğe başlamadan hem yemek üzerinr çaylarımızı da içtik. Çok da nezaketli ve misafirperver hizmet anlayışları var.



Meşhur Fidangör Caddesi'nde dolaştık biraz. Cadde boyunca marka dükkanlar, bol bol kıyafet mağazası ve fındıkçılar yer alıyor. 

Keşif yapmadan dönülmez tabii, ara sokaklarda yürüdük, kaybolmak güzeldir yeni bir şehirde. Taşbaşı Mahallesi'ne doğru yürüyüşe devam ettik. Bir yandan yağan yağmur ıslatsa da üşütmüyor ve yürüyüşümüze keyif de katıyordu. Karşımıza bir fotoğraf sergisi çıktı ama açıkcası içerdekilerden daha çok kapı önünde sigara içen insanlar vardı. 

Dar sokaklar ve eski evler arasından Taşbaşı Kilisesi'ne ulaştık. Kapalıydı, dışardan ziyaret edebildik ancak manzarası olağanüstüydü. 


Kilisenin yanından merdivenle yeniden caddeye inebiliyorsunuz. İnerken yağmur hızlandı ve dolu yağmaya başladı. Gökyüzü ve deniz gümüş rengini aldı. Muhteşem bir görüntü oluştu. Islanma riskini göze alarak ve sırılsıklam olmayı hiç önemsemeden fotoğraf çekmeye başladık.



Öyle çok ıslandıkki otele dönmek tek alternatifti. Otele ulaşmak için çok kısa bir mesafe olmasına rağmen üzerimizde hiç kuru kıyafet kalmadan otele varabildik. 

Fotoğraflarını gördükten sonra limandaki Anemon Otel'i tercih etmiştik. Fotoğraf derken odalar vs değil, manzarası bizi etkiledi. 



Biz deniz manzaralı oda tercih ettik. Booking'in son an fiyat düşürmesi ile 162,50 TL'ye bu güzel manzara ve dalga sesiyle uyuduğumuz bir gece geçirdik. İşletmecilik olarak da iyi bir otel, odalar temiz ve ferah, kahvaltı lezzetli ve bol seçenekli. 

Islanmış ve yorgun olduğumuz için akşam biraz dinlenmeyi tercih ettik. 

Lobide de bilgisayar veya televizyon ile vakit geçirebilir, bardan kahve veya hikayesi anlatılan özel üretim şaraplardan tercih edebilirsiniz, aynı zamanda otel içindeki italyan restoranı menüsü de başarılı duruyordu ve fiyatlar makul seviyedeydi.

Balkon kapımızı açtık ve dalga sesiyle gecemizi tamamladık. 

Yarın ne oldu peki? O da bir sonraki sayfada.



















- [ ] 

5 Mart 2016 Cumartesi

yeşil ve sonsuz

yeşil yamaçlar huzurludur. denize uzanıyorsa hele o yamaç, saf mutluluk vardır artık bizim için. 

bir nefes çekmek içine en derinden, bir el uzatıştır ferah günlere...






deniz ve gökyüzü aşkı

yer gök gümüş olur bazen. deniz gökyüzüne ulaşır, gökyüzü denize kavuşur. açılır tüm bulutlar ve aydınlanır yeryüzü yeniden. 




yağmur...

gökyüzü birden dile gelir. bir hikaye anlatır bana. gri bulutlar arasından birden bire aydınlık yüzünü bana göstermek ister. umut hep varolmalı der bana. aydınlık günler çok yakında der. şiddetli bir yağmur başlar, tüm güzellikleri yeniden hissettiren, doğayı ferahlatan, hepimizi temizleyen. deniz ve yağmur öyle güzel bir ikili olurki... şükrederim yeniden. tüm şansım için...


denizin huzuru

sesi huzurludur ve izlemesi. denizin. dalgaları ile alır götürür başka dünyalara. sakinleştirir ve dinginleştirir yanıbaşındakini. kumlara ayak bastığında değişir dünyan. başka bir zamana gidersin. huzurdur hissettiğin. ve saf mutluluk.

deniz. dalgası ile büyüler. sesi ile. alır götürür başka dünyalara. deniz. mutlu eder. her hali her rengi ile...