27 Ocak 2015 Salı

adı her ne ise...

bir yaz akşamı idi. henüz havaların geç saatte karardığı, güneşin akşamüstü en güzel zamanlarında olduğu bir gündü. bir sahil günbatımıydı. İstanbul'un en güzel zamanları, yazın en sıcak günlerinden biri, güneşin denizin üzerinden en güzel battığı bir günbatımı idi.
bir dost masasıydı oturduğumuz. birer kadeh, bir büyük, biraz meze, buz ve soda vardı masada. ufak bir masaydı iki kişilik ancak, sonra daha geniş oldu masa.
güneş kayboldu, yıldızlar aydınlattı İstanbul'un o güzel akşamını. çiçekler vardı masamızın yanında. bitişikti masalar, kalabalıktı her masa biraz meyden biraz sohbetten keyifli kahkahalı. garsonlar ahbap, sohbetler dostaneydi.
o akşam önce sesine sonra gözlerine tesadüf oldu. bir masaya denk getirdi, bir sohbetin ortağı etti. kaç saat geçti bilmeden günbatımı akşama akşam geceye döndü. sabah değildi neyseki masadan kalkarken. geç bir İstanbul gecesiydi sadece.
sonra, hiç gelmedin aklıma öyle çok, sadece çok an bazı şeyler düşündürdü Seni sıkca.
romanlardaki gibi bir Temmuz akşamüstüydü hikayenin ilk sayfası, yaz bitti önce sonra sonbahar geldi ardından kış. hem şehre hem bize. kışın ortasında açan bahar dalları gibi açtı bazen çiçeklerimiz yine kışın soğuğunda donan çiçekler gibi üşüdü sonra.
ben, Sen hiç bilmedin ama ne rakıya alışıktım, ne İstanbul'un o gecesine, ne o karşımdaki Sen'e, ne Ahmet Kaya'ya Senin kadar, ne de sözlerine. bir de alışık değildim hissettirdiğin ne güvene ne huzura ne heyecana bir başkasında hissetmeye...