30 Aralık 2015 Çarşamba

karlar içinde...

kar'ın ne yazıkki zor ve sıkıntılı yüzü de var. ama bugün yeni bir yılla tanışacağız, kar'ın beyaz ve güzel yüzünü hissedelim bugün. 

kar, çok güzel yağıyor. bembeyaz her yer. dünden beri yağan kar, sokakları bembeyaz yapmış. çatılar, sokaklar, balkonlar, cam içleri her yer karlar altında. balkonumuzdaki süslerimiz karlar altında. balkonumuza tırmanan noel baba, yağan kar ile beyazlamış. ❄️☃ 

çok güzel heryer ve herşey. 

tazelenmiş, ferahlamış, sakinlemiş. kar, huzur ve sakinliği ile sarmış heryeri. 

şurada 39'umun son günlerini yaşıyorum. ama gönlümün çocuk hali yine benimle. yine yılın bu günlerinde çok mutlu oluyorum, seviniyorum, duygulanıyorum, şarkılar söylüyorum ara ara, gözlerim doluyor ve yüzümdeki gülümseme ile birlikte yanaklarımdaki gamzeler de kendini hatırlatıyor. hala balkonumuzdaki noel babayı görünce mutlu hissediyorum ve gülümsüyorum. aklım sokaktaki karlarda hala. hala kar topu oynuyorum arabaların üzerinde biriken karlarla. yaşım artık çocuk olmayı çok geçti. gönlüm... gönlüm ise daima çocuk. küçük prens'in anlattığı gibi gönlüm. çocuk ve mutluyum. 

yeni yılda da çocuk ve mutlu günlerimiz olsun diliyorum....

 

29 Aralık 2015 Salı

Pisa... küçük mucize...

Pisa... İtalya'nın Toskana bölgesinin diğerlerine nispeten küçük şehri. 

Bence yapacak çok şey yok diyerek biraz hakkı yeniyor. Kesinlikle Roma veya diğer büyük bazı şehirler gibi değil. Ama sadece yarım günlük bir şehir de değil. Bir günü geçirebileceğiniz farklı alternatifler sunan bir şehir. Tekrar geri çağırıyor mu diye sorarsanız, hayır, bir defalık ziyaret doyurucu ve keyifli. Yani abartmaya da gerek yok.

Gelmesi nasıl derseniz, şöyle... THY'nin Pisa Galilei Galileo Havaalanına İstanbul'dan yaklaşık 2 saat süren direkt uçuşu var. Zaten pek gelen olmadığı için neredeyse Kadıköy-Üsküdar dolmuşu kadar sayıda yolcu ile seyahat ediyorsunuz. Yani bizim 26-29 Aralık tarihli seyahatimiz böyle gerçekleşti. 

Halihazırda THY yine uçak değişikliği ve rötar yapmayı başardığı için koltuklarımızın değişmesi krizi ve 55 dakika rötarı yazı yazarak keyiflendirmeye çalıştım. 😁

Havaalanından şehir merkezine ulaşmak 15 dakika sürüyor. Havaalanından çıkınca yolun karşısında bekleyen LamRosso otobüsü ile 1.30 Eur merkeze rahatlıkla ulaşıyorsunuz. İsterseniz tren istasyonunda isterseniz Pisa Kulesi yakınında inebilirsiniz. Oteliniz bu civardaysa yürüyerek kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Biz Hotel Pisa Tower'da konakladık. Biri otobüs durağı karşısında diğeri sokağın diğer tarafında iki binası bulunuyor. Bahçe içinde güzel bir bina ve çok misafirperver çalışanları var. Tavsiye ederiz. Gidince selamımı söyleyebilirsiniz. Resepsiyon görevlisi genç bayanın çok beğendiği penguen küpelerimi hediye ettim, kucaklaştık. 

Gezi rotamıza geri dönersek, otelden alacağınız haritada da kolay anlaşılır şekilde anlatılan güzergahta rahatça gezebilirsiniz. 




23 Aralık 2015 Çarşamba

gündoğumu...

her gündoğumu bir umuttur, yenilenmedir, nefestir... yaşama şükretmek için fırsattır... gündoğumu güzeldir...

istanbul

çok güzelsin İstanbul...

yol hikayesi..

bir yol hikayesidir yaşam...

günbatımı...

akşam olmuş bu şehirde gün batar gece doğar tüm çekiciliği ile... martılar yemek arar hala soğuk sularında Boğaz'ın ve hala umursamaz ne suyun soğunu ne havanın...

yeni yıl zamanı...

güzel zamanlardır bayram, kutlama, neşe zamanları. birarada olmak güzeldir, aynı sebepten mutluluk duyabilmek keyiflidir. birleştirici ve bütünleştirici zamanlardır bu günler. din, inanç, millet ayrımı olmadan beraberlik ve mutluluk hissettirir. inanç veya ırk ayrışmasına girmeden birarada olunabilecek ve toplum bilinci ile mutluluğun daha da artarak hissedileceği güzel zamanlardır.

ülkemizde iyi olaylar yaşanmıyor bir süredir ne yazıkki. bu kadar ortaya çıkan ve şiddetle sonuçlanan olaylardan çok önce de tahammülümüz, hoşgörümüz ve anlayışımızı kaybetmiştik. hoşgörü dini dediğimiz din inancımızı, hoşgörü felsefesi dediğimiz felsefi inanışlarımızı kaybetmiş ve bunları şiddet ve mutsuzlukla yaşıyor olmuştuk. hiçbirimiz dinimiz, mezhebimiz, felsefi inanışımız sebebiyle iyi veya kötü değiliz. kaldıki biraz tarih okuyarak aslında yaptığımız hatalı önyargılı eleştirilerden kurtulabiliriz. ne yazıkki iyi günler yaşamıyoruz ülkemizde bir süredir. yeni yıl dileğimiz barış ve iyilik ve huzur ülkemiz için. 

güzeldir yeni yıl zamanları. bir yıla umutla başladık ve pek çok anı ile bitiriyoruz. sevindik ve üzüldük ama koskoca bir yılı yaşadık çok şeyi ile. yeni bir yıla başlayabiliyoruz.

bu günlerin keyfini sürelim bence. güzeldir doğayı katletmeden edinilen çam ağaçları ve ışıl ışıl süsleri. renklidir bu günler kırmızılı yeşilli. 

her inanışın inandığı şekilde kutlu olsun yeni yılı. iyilik olsun huzur olsun sağlık olsun bereket olsun. mutlu yıllar olsun.

6 Aralık 2015 Pazar

bulut hikayesi

"bulutlar, hikaye anlatır herzaman bana. pamuk şeker gibi halleri harikalar dünyasında yolculuğa çıkarır beni..." #anadolu #şehir #seyahat #gezi #yolculuk #kar #kış #gökyüzü #bulut #kastamonu #meydan #soğuk #ayaz

5 Aralık 2015 Cumartesi

karlar altında...

"penceremden gördüğüm... 🌨☃❄️ yılın ilk karı gördüğüm... çocuk neşesi var bugün yine gönlümde. karları aldım avucuma. buz olmuş soğukla. kardan adam yapılamıyor. ben de kar yağdırdım  üzerime, avucumdaki karları havaya fırlatıp altında dans ederek..."

sahlep sıcağında kış ayazı...

"bir han kahvesinde içtiğin sıcak sahleptir, kış ayazı sokakları dondurmuşken, içini sevdiğin gibi ısıtan..."


 #Kastamonu #AşirefendiHan #çayocağı #han #kış #soğuk #ayaz #sahlep ve illa #tarçın 🌨❄️☃☕️

soğuk bir akşamüstü...

"soğuk çok soğuk ve karlı bir akşamüstü idi... güneş tam batmaya dururken o eski taş köprünün geceki kardan sonra buz tutmuş basamaklarında seninle karşılaştığımızda..." 

#Kastamonu #KamburKöprü #NasrullahKöprüsü #köprü #meydan #kış #kar #soğuk 🌨❄️☃ sade, yalın, doğal hali doğanın...

20 Kasım 2015 Cuma

yol...

yoldur hayat. sadece başlangıcını bildiğin. sonrası... sonrası mı? sonrası bilinmezlik. 

yürürken bile bilmezsin bazen de... geriye dönüp bakınca fark edersin yolda yaşadıklarını. 

bazen çok yağmurludur günün. yağmur yağar ama ferahtır. bazense karanlık, kasvetli, sanki dünyanın son günü gibi. bazen güneş açar. ışıl ışıl olur yol boyu. en uzaklar bile pırıl pırıl izlenebilir. 

yol bu. ayağına taş da takılır, ayağın çukura da düşer. bazen üstün başın toz toprak içinde kalırken bazen ferah feza yürürsün yolunda.

yoldur bu. illa yürünür ve gider. ama nasıl yürüdüğün sana bağlıdır. taşlara, çukurlara takılıp ahlanmak ve gününü karartmak ile kendi yolunu yürüyebildiğine memnun olmak ve sonraki dönemeçlerde düzlükle karşılaşacağını düşünüp umutlu olmak arasında bir seçimdir. 

hayat daima seçimdir. önemli olan sonuçlarına katlanabilirliğindir...

yol, iyilik olduktan sonra ve niyet güzellik olduktan sonra umutla yürünür. yoldaşlara selam edilir...




16 Kasım 2015 Pazartesi

kendi kendime...

bugün, iş hayatıma ilk başladığım günden bu yana tam 18 sene geçmiş. 

bir yeni ergen ömrü... aynı tarihte evlenip çocuk doğursaydım, şimdi üniversiteli bir gencin annesiydim. 

ben ne yaptım peki o tarihte.. müfettiş yardımcısı olarak işe başladım. ne oldu peki bunca yıl içinde.. çok insanla tanıştım, çok arkadaşım oldu, çok dost kazandım. önce şehir şehir şube şube gezdim, otel kokusuna tahammül edemez oldum. sonra şehir değiştirmeden semt semt şube gezdim. toplu taşımadan bezdim, şanslıysam üç beş kuruş harcırahımı değilsem maaşımın önemli bir kısmını taksi parasına verir oldum. sonra ekibim oldu, işinden ve motivasyonundan sorumlusun dediler. benim motivasyonum peki diye soramadım, henüz böyle bir soru ve cevap yoktu. çalıştım, yeni yöntemler ürettim, raporlar yazdım, raporlar okudum, sunumlar hazırladım, onları sundum ünvanlarımız arasında galaksi kadar fark olan kişilere. 

teşekkür aldım çokça ama eleştiri de aldım zaman zaman. eleştiriler insanı geliştirir dedim, alınmadım gücenmedim, kendi kendimi motive ettim. yani başka seçenek de yoktu gibi duruyordu zaten. bir de benim huyum böyle galiba. kendi kendime yetmek, kendi kendimi geliştirmek, kendi kendime kendi kendime konusunda doktorayı tamamlamıştım artık.

doktora deyince... birincilikle kazanmama rağmen işe başlarken dondurmak zorunda kaldığım ve sonunda devamsızlıktan mecburen atıldığım yüksek lisansım, tatsız bir anı olarak duruyordu. kendi kendime huyum yine nüksetti ve dedimki ben bu arada yüksek lisans yapayım. ama tez yazmadan yüksek lisans olmaz dedim yine kendi kendime. hem ekip arkadaşlarım genç, yeni mezun, donanımlı madem, ben de onların dilinden daha rahat anlayayım diye, e bir de sıla'nın dediği gibi zor sevdiğimden olsa gerek tezli programa başvurdum. aradan geçen onlarca seneye rağmen yine dereceyle kazandım. bu defa bitireyim, yine tatsız bir anı olmasın derken bir baktım ben gece ödev yapıp sabah teslim edip işe gider bir koşturma içindeyim. hele tez denilen o muhteşem olgu sayesinde geceleri 2 saat filan uyur oldum. ama çok mutluydum. hem okulda çok güzel dostluklarımız olmuştu hem de kendime yaptığım katkı bana çok iyi hissettiriyordu. yine kendi kendime iyi hissetmeyi başarmıştım. 

doktora mı? o henüz bekliyor.

bu da yetmedi. sertifikasız olmaz dedim kendi kendime. dosyalarımı hazırladım, uluslararası kuruluşlara gönderdim. onların değerlendirmesiyle verilen sertifikaları almaya hak kazandım. 

sadece iş ile ilgili sertifikalarla olmaz dedim kendi kendime. üniversitelerin programlarına devam ettim. oradan da çok afilli görünümlü ve derin içerikli sertifikalar almaya hak kazandım.

yabancı dil önemli dedim kendi kendime yine. kolejde öğrendiğim ingilizce ve almanca yetmez, başka diller de öğrenmek gerek dedim. kendi kendime italyanca ve ispanyolca öğrendim. biraz kitaplardan, biraz internet sitelerinden biraz da seyahatlerimden. 

kitap okumak önemli ya. okudum hep. yolda okuyarak işe gittim bazen, bazen uykumdan feragat edip okudum. roman oldu bazen, bazense araştırma, makale. kitaplarımı arkadaşlarımla paylaştım sonra. sadece kendi kendine okumakla olmaz dedim kendi kendime.

seyahat de önemli, sadece okumakla öğrenilmez dünya dedim kendi kendime. gezdim bulduğum her fırsatta, yeri geldi cumartesi gittim pazar döndüm, birkaç saat uykuyla şehirleri keşfettim. fotoğraflar çektim bol bol şehri anlatan. yazı ile de anlattım bazen şehirleri.

biraz dünyayı tanımak biraz hayatı öğrenmek biraz işe katkı vardı yaptıklarımda.

siyah, gri, lacivert renkli bu işten daha renkli işleri bana yakıştıran çok kişi oldu, masabaşı olmayan daha özgür işlerin beni daha çok geliştireceğini söyleyenler oldu. ama ben bu koyu renkli gözüken işi de rengarenk yaptım aslında kendimce. iş kıyafetlerim gökkuşağının en koyu rengi olsa da iş yapış şeklim daima en canlı renkteydi.

sonra... 18 sene sonunda elimde olanlar ne mi... 6,5 miyop, belde 2 fıtık, boyunda düzleşme, vertigo, ani atak dönemsel baş ağrıları, fazladan 30 kilo. 

peki ne mi hissediyorum şu an 18 sene sonrasında.. kendim seçtim kendim yaşadım. üzüntülerimle annemi de üzdüm çok zaman ne yazıkki. ama sonucunda karar benimdi. kendi kararımı yaşadım.

hani frank sinatra'nın dediği gibi... this is my way... 

şimdi bir dönemeçteyim yine. 18'nci seneme başladım, 40'ıma göz kırpışlarım arttı. 1998 senesindeki ilk iş günümdeki amatör gönlüm hala beni canlı tutan. bir de hayata ve herşeye daima biraz mizahla bakabilmem....

yoldaki tüm yoldaşlara teşekkürler. herşey için...

anneme çok teşekkürler. desteği ve sabrı için...


15 Kasım 2015 Pazar

değişim, değişiklik... aslında olağan yaşayış...

an gelir. o ana kadar geçen günlerinden başka bir an yaşamak ister insan. 

o ana kadar taşıdığı yüklerden, fazlalıklardan artık sıyrılmak, onları sakince bir kenara bırakıp yürümeye devam etmek ister. 

şimdi moda olan, günümüz trendi olan sosyal medya hesaplarından bazı paylaşımları ve bazı kullanıcıları siler mesela. dolabını gözden geçirir ve bir süredir kullanmadığını farkettiği kıyafetlerini kutular başkalarına vermek için. kuaförüne uğrar, saçta bir değişiklik yapmak için. 

iyidir bu hafifletici hareketler. tazeler, yeniden, temiz ve ferah bir alan açar insana. 

o an ile kalmamak daha da iyidir. değişimi ve hafiflemeyi sürdürebilmek iyi hissettirir.

😉


26 Ağustos 2015 Çarşamba

gitmek...

Bazen #gitmek lazim... "giderim ben. kalmam uzun zaman hiçkimsede ve hiçbir yerde. kalamam da zaten. hem nedense istemem hem de beceremem. yolculuktur benim seçimim daima. hele de kayba meyilliler ise sözkonusu."... 

 


 #aşk #mavi #yolculuk #gidiş #terkediş #ben #sen #yol #gelecek #şimdi #belirsizlik #istanbul #deniz #liman 🌀

2 Haziran 2015 Salı

Sen...

Bir renk. Sen hayatımda. Bir ses. Günümde sen. Bir nefes. Yeniden tazeleyen. Sen...

Aydınlığı ile gelen. Zihnimi dolduran. Gönlümü okşayan. Anı güzel yapan. Anı biriktirmeyi keyifli yapan. 

Sen. Yol arkadaşım. Sen. Günışığım. Gecenin aydınlık yüzü. Her gün ayrı bir macera. Her gün ayrı eğlence. 

Aşkın tanımı sen. Aşkın kavramı sen.

Sen... Aşk.



27 Ocak 2015 Salı

mucize krem "kräuterhof"

selamm...

bir haberim var. özellikle elleri kuruyan, çatlayan, hava değişiminden kırmızı izler, çatlaklar olanlar için. hem de harika bir haberim var. belki zaten siz benden önce duymuşsunuzdur. o zaman bu defa da benden olsun...

watsons capitol mağazasında satış temsilcisinin tavsiyesi ile satın aldık. ürünün güzel taraflarından biri paraben karşıtlarına göre, krem parabensiz. bu bir... kapağında koruyucu bandı var, yani sizden önce açmış sürmüş kimse olamıyor. bu da iki... elinize sürdüğünüzde daha ilk sürüşle birlikte etkisini hissediyorsunuz. eliniz ne kadar çok kuru, çatlamış, kızarmış olsa da ilk sürdüğünüz andan itibaren elleriniz yumuşacık oluyor, kızarıklık kayboluyor, aydınlık ve ışıltılı bir görünüm oluyor. bu da üç... ve en güzel yanlarından biri yağlı bir his bırakmıyor. bu da dört... ayrıca sürekli tekrarlama gereği yok, tek kullanımla bile uzun süre etkisi sürüyor. 

benim gibi hava değişimden en kötü haliyle etkilenen ellerde bile mucize bir etkisi var. arkadaşlarıma da denettim. herkes çok beğendi. 

henüz denemeyenlere de tavsiye ederim. :)

elleriniz yumuşak ve tabii bir de yalnız kalmasın. :)






müzik kutusu...

müzik kutusu, aşk gibidir. kurarsın, en canlı haliyle çalmaya başlar, devam eder, yavaş yavaş sakinleşir müzik, yavaşlar, durur, tekrar kurarsan başlar yeniden. aşk, müzik kutusu gibidir. tesadüf edersin, heyecanlanırsın, bulutlarla aynı seviyededir hayat, sonra sakinleşir, olağanlaşır, yavaşlar, yeniden yenilenmek gerekir aynı müzik kutusunu kurar gibi...

...


sandal denize açılırken...

bir sandal denize açılan. güneş batmakta. denizin hafif çalkantısı ile sakince sallanan. sallandıkça denizde hareler oluşuyor. batan güneş denize vuruyor. sandal sallandıkça denizdeki renkler değişiyor.


gitmek...

gitmeyi bilmek gerek. artık üşüdüğün gönülden kapının ardına gitmeyi bilmek gerek. bahanelerle avunmak değil, cesaretle o kapıdan çıkabilmek gerek. ama aslında ile başlayan cümleler kurmak yerine artık böyle olmalı diyebilmek gerek. yormadan ve yorulmadan kalmayı da bilmek gerek gitmeyi de....

sessiz...

Deniz dayanamadı içimdeki sessiz kasırgaya, dalgalandı karardı çoğaldı bembeyaz köpük oldu. Baktım sessizce ona. Konuştuk öyle. üzülme dedim, ben üzülmüyorum. Hayatın getirdiğini yaşıyorum, büyüyorum, çoktandır yaptığım gibi..

nefes...

bir nefes alırsın, eyvallah der, yola devam edersin, eksilirken çoğalarak...

sana...

birşey vaat edemem.. üzerine bastığın kuru toprak, başında dönen bulutlar, ısıtan güneş, masmavi gökyüzünden başka ve bir de Sen bastığında yaşam bulan toprakta açan taptaze çiçekler... Sana birşey vaat edemem, sadece sevebilirim Seni... ne kadar bilemem, sevebildiğim kadar.

adı her ne ise...

bir yaz akşamı idi. henüz havaların geç saatte karardığı, güneşin akşamüstü en güzel zamanlarında olduğu bir gündü. bir sahil günbatımıydı. İstanbul'un en güzel zamanları, yazın en sıcak günlerinden biri, güneşin denizin üzerinden en güzel battığı bir günbatımı idi.
bir dost masasıydı oturduğumuz. birer kadeh, bir büyük, biraz meze, buz ve soda vardı masada. ufak bir masaydı iki kişilik ancak, sonra daha geniş oldu masa.
güneş kayboldu, yıldızlar aydınlattı İstanbul'un o güzel akşamını. çiçekler vardı masamızın yanında. bitişikti masalar, kalabalıktı her masa biraz meyden biraz sohbetten keyifli kahkahalı. garsonlar ahbap, sohbetler dostaneydi.
o akşam önce sesine sonra gözlerine tesadüf oldu. bir masaya denk getirdi, bir sohbetin ortağı etti. kaç saat geçti bilmeden günbatımı akşama akşam geceye döndü. sabah değildi neyseki masadan kalkarken. geç bir İstanbul gecesiydi sadece.
sonra, hiç gelmedin aklıma öyle çok, sadece çok an bazı şeyler düşündürdü Seni sıkca.
romanlardaki gibi bir Temmuz akşamüstüydü hikayenin ilk sayfası, yaz bitti önce sonra sonbahar geldi ardından kış. hem şehre hem bize. kışın ortasında açan bahar dalları gibi açtı bazen çiçeklerimiz yine kışın soğuğunda donan çiçekler gibi üşüdü sonra.
ben, Sen hiç bilmedin ama ne rakıya alışıktım, ne İstanbul'un o gecesine, ne o karşımdaki Sen'e, ne Ahmet Kaya'ya Senin kadar, ne de sözlerine. bir de alışık değildim hissettirdiğin ne güvene ne huzura ne heyecana bir başkasında hissetmeye...

şimdi..

şimdi,
Sen ve ben olamadık ya Sen ve Ben,
kaldık ya Sen ve Ben ayrı odalarda ayrı evlerde aynı gökyüzü altında aynı bulutları izlerken camdan dışarı bakıp ama ayrı koltuklarda otururken ayrı camların önünde,
Sen ve Seni özleyen Ben,

Ben ve Benden habersiz Sen,
şimdi ayrı odalarda ayrı koltuklarda ayrı semtlerdeki ayrı evlerde aynı programları izleyerek ve aynı şeyleri düşünerek ayrı tabaklardan aynı akşam atıştırmalarını yaparak aynı içkileri ayrı kadehlerden içerek,
Sen ve Ben,
bir şehrin kim bilir aynı ayrı iki yakasında ayrı semtlerin benzer sokaklarındaki ayrı evlerin ayrı odalarında aynı renkte ayrı koltuklarda Sen ve Ben olmaktan uzak kalarak,
Sen ve Ben olmayı hayal ederek...

çocuktuk

güzel zamanlardı, çocuktuk, henüz hayallerimiz vardı, dürüsttük çıkarla tanışmadığımız için yalın yaşıyorduk, yalın ne demek bilmeden, henüz çelme atmayı öğrenmediğimizden ya arkadaştık ya değil, duruma göre değişmiyordu tercihlerimiz..

eskiden...

ne zararsız sıkıntılarımız varmış eskiden... leblebi tozu bakkalda taze bitmiş olurdu da yenisinin gelmesini beklerdik sokakta oynarken, patlayan şeker az mı patladı çok mu patladı olurdu merakımız, tamam tehlikeli bir işti e biraz da erkek çocuğu işi ama ben de sokakta oynarken çatapat patlattım çok defa, kiminki daha güzel patladı olurdu derdimiz, bir de yakan top vardı, toptan yandın mı can mı aldın önemliydi. o zamanlar düşerdik dizimiz kanardı, benim dizlerimde çok yara bere vardı o zamanlarda. ama o zamanlarda yaralar sadece dizlerde idi, yere düşen arkadaşımızı elimizi uzatır kaldırırdık, kanayan yarasına üflerdik canı yanmasın diye, yok daha da kötüyse yara ve o kahve kırmızı tentirdiyottan dökmek gerekirse, eczacı abi dökerken bizim de canımız yanardı. o zamanlar dertlerimiz de çarelerimiz de insanca ve normal idi. şimdi bu yeni zamanlarda, düşene de yardım etmiyoruz, arkadaşımızın derdinden de anlamıyoruz, sıkıntıyı paylaşmıyoruz aksine üstüne dert ekliyoruz artık, kim daha az sıkıntıdaysa diğerinin çokuyla mutlu oluyoruz artık. paylaşmıyoruz, anlamıyoruz ne yazıkki yargılıyoruz sadece. arkadaşlıklar bir püfe bakıyor dağılıp kaybolmak için. modern zamanlar çok şeyi aldı götürdü hepimizden. çocukluğumuzu ve çocukluğumuzun içtenliğini de. hala koruyanlar ise hala çocuk gibi inciniyorlar bu modern zamanlarda....

bir işte öyle bu akşam...

Sensiz ve sessiz ve soğuk bu yaz sıcağında, uzak ve ürperten yalnızlığıyla, tedirgin yokluğunla. Bu akşam, bir işte öyle bir bu akşam...

mektuplar

ne güzel zamanlardı. mektup vardı. cep telefonundan kısaltılmış mesajlar yoktu. uzun cümleler vardı, içinde aşk olan. sayfalara dökerdik aşkımızı. aşık olurduk, severdik, heyecanlanırdık, kalbimiz çarpardı görünce O'nu. O'nu görebilme ihtimali ile saatleri sayardık. bir kadıköy-eminönü vapurunda karşılaşma ihtimali vardı, gözler arardı o kalabalıkta birbirini. kalabalıklar içinde bulurdu birbirini o heyecanlar. çocuktu kalpler, kızardı, küserdi, barışırdı. affetmeye meyilliydi kalpler, uzun sürmezdi ayrılıklar. vazgeçmek yoktu yeni hevesler peşinde koşup da. sevmek vardı. güvenmek vardı. bir heves değildi hiçbirşey çok anlamı vardı. üç günlük değildi duygular. sözler bir günlük değildi. anlık değildi heyecanlar. an vardı ve sonrasında anıları olan anlar vardı. paylaşmak vardı. sevmek, bakmak, görmek, kızmak, affetmek vardı. aşk vardı, sevgi vardı sevgililerde, arkadaşlık vardı paylaşımlarda. çok şey vardı.

hani

hani insanlar vardır, karşılaşırsın, tanışırsın. o an, tanıştığında aslında bilirsin birden bire, o, başka bir arkadaştır. çok şey vardır bunun içinde. arkadaştır, dosttur, sırdaştır, seversin, güvenirsin. öyle hissettirir, öyle sanmanı ister. öyle sanırsın. bir hayaldir ama aslında. bir müddet sonra anlarsın. canın yanar. çünkü güvenmişsindir, güvenmeni istemiştir. sen, canının acısıyla uzaklaşırsın ondan ve sonrasından. çünkü artık güvenin sarsılmıştır bir kere. aynı şeyi tekrar yaşamamak için artık tedbirlisindir. o sadece canını yakmamıştır. bir kapını kapatmana sebep olmuştur. sebebin olmuştur fütursuzca. kendi için ve başkaları için.

şöyle...

seni çok seviyorum. öyle çok. şöyle gibi; sabah güneşinde ısınır gibi, meltem esintisinde serinler gibi, masmavi denizde balıklarla yüzer gibi, rengarenk bir uçurtmayı uçurur gibi, sıcak bir akşamüstü buz gibi bira içip denizi seyreder gibi, bir yaz akşamında dost meclisinde buzlu rakının sofraya eşlik etmesi gibi, mis kokulu bir çiçeği koklar gibi, bahçeyi hanımeli kokusu sarması gibi, leylakların dalları mora boyaması gibi, güneşin ışıl ışıl parlaması gibi, bir gece vakti Boğaz'ın sularına açılmak ve kıyılarını tek tek gezmek gibi, bir kış günü bir kır kahvesinde çıtır çıtır yanan odunlar ile ısıtan sobanın başında olmak gibi, ayçiçek tarlasında çocuklar gibi koşturmak ve yemyeşil çayırlarda uzanıp masmavi gökyüzünü izlemek gibi, birlikte maça gidip galibiyete mağlubiyete bakmadan alabildiğine tezahüratla takımını desteklemek gibi, birlikte bir yaz akşamında yıldızları izlemek ve bir kış akşamında yıldızları hayal etmek gibi. Seni seviyorum. çok. Ben gibi. Sen gibi..

yola çıkalım...

şimdi bineceksin arabaya, çıkacaksın yola, biraz rüzgar camdan esen, biraz akşam esintisi, biraz sıcak hava akşam havasında. sohbet biraz, radyoda çalan müzikle bağıra bağıra şarkı söylemek, sonra bir aşk şarkısında gözlerimizin içine bakarak tatlı gülümsemeyle şarkıya mırıldanmak. mola vermek bir yol üstünde lokantasında, buz gibi ayran içmek gecenin bir saatinde. sabaha karşı güneşi karşılamak arabayı yol kenarına çekip. çayları içip yola devam etmek. günü Kaş'ta karşılamak. tekne ile açılmak hemen masmavi sulara, derin sularda alabildiğine yüzmek. teknede balıkları yemek kadehleri tokuştururken. hayattan keyifli bir an yaşamak işte.

yıldızlar ve sen

ayrı coğrafyalarda aynı gökyüzüne bakıyoruz bu ışıltılı gecede. belki aynı yıldızların altındayız. belki de aynı yıldızdan dilek tutuyoruz birbirimize...

bir zamanlar...

yalındı herşey, sade idi. kolaydı anlaşmak, kavga etmek düşmanlık değildi. fikirler çatışınca tartışma alevlenir, konuşulunca sulh olunur sakinleşilirdi. sohbet edilirdi yüzyüze, telefonlar konuşmak içindi. bir ekran karşısında parmaklar aracılığıyla değildi iletişim. süt mısır vardı, evde yapılan yoğurt bir de sokaklarda yoğurt satan amcalar vardı. gdo yoktu o zaman, uht, pastörize. organik de yoktu, zaten herşey doğaldı. aşık olunurdu o zamanlar, uzaktan uzağa heyecanla çarpardı yürekler. hesap kitap strateji yoktu ilişkide o zamanlar. severdin, söylerdin. o da severse gönüller bir olur, samanlık seyran olurdu. komşuculuk vardı, bir maniniz yoksa akşam oturmaya gelirdik. çekirdekler, çiğdemler yenirdi, mevsimine göre meyveleri soyardı anneler sohbet ederken bir yandan, çay demlenirdi mutfakta ocak üstünde, yaz geldi ise mis gibi limonata olurdu buzdolabında. küçüklere hemen ikram edilirdi büyük büyük bardaklarda. sokakta oynar, toz toprak çamur olurdu üstümüz başımız. dizlerimiz, dirseklerimiz zaten hep yara bere. kabuk tutan yaralar iyileşirdi dizdeki, dirsekteki. kalplerde tutmazdı kabuklar o zaman. sokaktan eve seslenirdik annemize, anneeeee diye, anneler camdan seslenirdi oyuna dalan çocukları eve çağırırdı yemeğe. kimse şikayet etmezdi halinden ve birbirinden. herkes herkesin çocuğuna birşey derdi, komşu çocukları komşu teyzenin torbasını taşımaya yardım ederdi, yaramazlık yapınca komşu teyze kızardı hııı derdi. kimse kimseye alınmazdı, darılmazdı, küsmezdi. küslük yoktu, dedikodu vardı belki ama tatlı tatlı idi, kimsenin kalbi bozuk değil idi, gönül kırmak yoktu. herşey sade idi ve güzeldi o yalın hali ile. o zamanların yalınlığında hayatım hala diyenler, hala gönlü genç, sade, açık olanlar. şanslı büyümemiş insanlar, bu zamanın büyümüş çocukları. :)

26 Ocak 2015 Pazartesi

seviyorum Seni, özlediğimden daha çok...

seviyorum Seni, özlediğimden daha çok...

uzak ülke...

Öyle uzak bir ülkedeyim ki şimdi. Sesler uzak, yüzler uzak, herşey uzak. Hepsi nefes aldırmayacak kadar yakında uzak. O uzak ülkede bir umut var yaşamaya dair. Nefes aldırmayan yakınlarda nefessiz kalırken, o uzaklarda nefes almak için bir umut var. O umut yaşatan, yakındaki nefessizliğe rağmen.

hani

hani hep gülümsüyorsundur, yüzünde daima bir tebessüm vardır. işte o tebessümdür seni hep mutlu yaşıyorsun sandıran. o sanma ile seni mutlu etme gereği duydurtmayan. hep bir mutlu edilmeye ihtiyacı olan vardır ve o, hiçbir zaman sen değilsindir. sen, hep gülümsüyorsundur çünkü. ona gider, onu mutlu eder. senin mutlu edilmeye ihtiyacın yoktur, senin aslında hiçbirşeye ihtiyacın yoktur ve hatta hiçkimseye çünküm sen daima tebessümünle yaşıyorsundur. o tebessümün ardını görebilendir, senin sevginle yaşamayı hak eden ve senin sevginle mutlu olabilecek olan...

ateş...

ya yanmayı göze alarak uçacaksın balmumu kanatlarınla ateşe doğru ya da korkuyorsan kalp çarpmasından, yakmadan ve yanmadan uzaklaşacaksın aşk mahallinden..

sarı yaprak...

sarıya dönmüş yaprak olmuşken dalında, gelişinle tomurcuklanmış taze yaprak oldu yeniden dallar..

yaşamak...

bir yalnızlık yaşamak dediğin aslında. kalabalıklar ve sen ve sevdiğin ve bir de ona duyduğun aşk. hepsi bir yalnızlığın parçaları hayat içinde. sen de bir yalnızlık hikayesinin başrolünde kendi hikayende. ve daima birlikte herkes ile...

sen...

yıllar yaşanacak, mevsimler değişecek. aynı filmlerde olduğu gibi... aklar başlayacak saçlarımızda, yüzümüzde çizgiler olacak birer birer önce inceden sonra derinleşecek. aynı şarkılarda olduğu gibi... bir aşkım değişmeyecek Sana, bir de ben Seni seven... :) 

yakamoz...

yakamoz gibi vururum belki denize, belki o yakamozda beni görürsün sen de. denizsin sen benim gözlerimin daldığı, yakamozum ben o denize ışıkla yansıdığım...

hayat, nasıl birşeysin sen...

hayat, yaşıyoruz dediğimiz günlerin toplamı, duygularımızın, düşüncelerimizin, sevinçlerimizin, hüzünlerimizin toplamı, bizim toplamımız. hayat, sen nasıl birşeysin. bir anda sevinç taşırken yüreğimize bir anda hüzne boğuyorsun. ya da bunu kendimiz yapıyoruz nasıl yapıyorsak bile bile kendimize ya da bilmeden. nefesimiz yetmiyor heyecandan ve bir anda nefesimiz daralıyor sıkıntıdan. bambaşka ruh hallerinden bambaşka hislerimiz oluyor bir anda. hayat. ne yapıyorsun sen böyle.. ya da ne yapıyoruz biz böyle kendimize...

yol mu yolun varışı mı...

yol mu katedilen heyecanlı olan, özlenen, yaşanması istenen, sevilen yoksa yolun sonunda varılmayı beklenen mi herşeyi katlanılır kılan? yolu yürürken unutuyor muyuz yolun sonunu yoksa? ya da zaten yola çıkarken sonunu kestirmiyorz muyuz hiç? ya da aslında yolun sonundaki ise varmak istediğimiz yolu yürürken vaz mı geçiyoruz yine de sonunda? yolda herşey değişiyor, renkleniyor, berraklaşıyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor. yol, seni bana beni sana kesiştiriyor dönemeçlerde, patikalarda ayrı ama kısacık adım genişliği yollar getiriyor önümüze ve yine yanyana tutuyor yine de bizi yol boyunca, omuz omuza elele...

sen ki...

sen ki, gözyaşlarıma sebep olan. al mutsuzluğunu ve uzağımda ol. sen ki, gözyaşlarımla beslenen, acıttığını bilerek acıtan. bırak gözyaşlarımı ve git.

yağmur ve gece

penceremde yağmur, lambanın aydınlattığı sokağı ıslatan usulca. gözümde bir damla yaş, kirpiklerime takılı. yüreğimde bir ince sızı, senden kalan.

tesadüf işte...

bir an gelir de Seni özlersem, aklıma yine Sen düşersen, telefonum çalıyor ve karşımda Sen. tesadüfler hayatımızda başrolde. neden bu kadar çok tesadüf var hayatımızda, kim bilir?. her aklıma geldiğinde, karşımda Sen...

arkadaş...

seni seviyorum. çok şey gibi. herşey gibi. bazen nefessiz kalarak seviyorum seni, dakikalarca derin denizlerde yüzmüş gibi. paraşütle atlamış gibi çarpıyor kalbim heyecanla bir an, seni severken. seni gördüğümde gözlerim ışıl ışıl oluyor birden. renkleniyorum, canlanıyorum, bahar gelmiş çiçekler gibi. aşk ile seviyorum seni. yürek ile seviyorum, gönül ile. ve sadece aşk yok içinde. işte tam da o nedenle bu kalp çarpmasına rağmen yaşayabiliyorum seni severken...

senin için göğe bıraktığım sözlerim yağmur oldu üzerine yağıyorlar...

senin için göğe bıraktığım sözlerim yağmur oldu üzerine yağıyorlar...

aşık olursun...

çok seversin, çok sevilirsin. ama hayat ve kader bir engel çıkarır yanyana gelemezsiniz. yanımda başkası vardır, yanında başkası vardır. hatta başkası ile evlenirsin, başkasıyla evlenir. parmağındaki yüzüğün eşi sende değildir ama o kalp seninledir. bu da aşkın acısıdır. aşkın gözyaşı olmadan yaşanması, kavuşma olması hayata can katan...

havaalanı...

havaalanlarını seviyorum. gitmeyi seviyorum. kalmamayı seviyorum. yazarın dediği gibi, çılgın kalabalıkta tek başına hali seviyorum. uçağa bindikten sonra saatsiz olmayı seviyorum. dönmeyi seviyorum, geri gelmeyi seviyorum. çok bunaldığımda köksüz olmayı seviyorum, çok bunaldığımda köklü, dallı, çiçekli ağaçlar gibi kalabalık ve sevgiyle olmayı seviyorum.

çocuk olsaydık keşke...

çocuk olsaydık keşke, susmadan söylediğimiz zamanlarda olsaydık. sevince söyleyebilseydik sevdiğimizi, ardını düşünmeden. istediğimiz gibi olmayan şeylerde sadece anlık üzülmelerimiz olsaydı. sevebilseydik düşünmeden, sözlerimiz olabilseydi hesapsız...

yıllar...

uzun bir yol yürüdüğümüz. yıllar oldu o ilk andan bu yana. mevsimler değişti defalarca. aylar başladı, aylar bitti. kaç hafta geçti ve kaç gün oldu o ilk andan bu yana. zaman geçti, zaman değişti. çok şey değişti. bir sen değişmedin bir de ben. yıllar yaşandı, yaş alındı ama biz olduk hep. unutmadan, uzak da olsak hep yakın olarak. ne çok kar yağdı, ne çok ıslandık aynı yağmurun altında ayrı ayrı. ne çok ısındık aynı güneş ile farklı yerlerde. başka aşklardan geçtik ama hep birbirimize döndü yüzümüz yine. sen. unutmak istemediğim. güvendiğim. sevdiğim. sevdiğini bildiğim. sen.

sevgili arkadaşım...

Sen. Yoldaşım. Yol arkadaşım. Çözümüm. Çelişkim. Kavgam. Barışım. Dostum. Sırdaşım. İçki sofrasının ortağı. Bir sahil akşamının misafiri. Bir sabahın paydaşı. Bir seyahatin yan koltuktaki yolcusu. Sevgili Arkadaşım...

bir bakış, bir söz...

bir bakış; beni sana bağlayan.
bir söz; seni bana unutturmayan.
günler günler geçti, mevsimler değişti. geçen sene bu zamanlar dediğimiz zamanlar geldi.
sen değişmedin. ben aynı kaldım. aşkımız. o ise zamana yenik düşmedi. bize umudu herzaman o verdi. şimdi yaşarken bu zamanları, o zamanları hüç unutmadık. şimdi hatırlarken o zamanları, bu zamanların içinde, yeni zamanlar yarattık kendimize. tüm zamanlarda, geniş zamanlar ayırdık birbirimize daracık zamanlar içinde bile.

bir hikaye...

tüm kelimelerim, bir hikayenin parçaları. tıpkı bir yapbozun parçaları gibi hepsi biraraya geldiğinde bir hikayenin bütününü oluşturacaklar. hepsi bir masal taşıyor içinde, biraz gerçek biraz düş. içlerinde ben varım, sen varsın, herkes var ve hiçkimse yok. herbiri gerçeğin anları ve herbiri bir düşün parçaları. hepsi gerçek ve hepsi hayal.
işte tüm bunlar sebebiyle, bu hikayerlerdeki hüzünlü aşklar da coşkulu mutluluklar da hem var ve hem de yok aslında. işte tam da bundan dostlar, yeri gelsin hüzünlenin ve yeri gelsin tebessüm edin ve aslında bilinki hepsi hayata dair biraz düş biraz gerçek...

ümit...

bir acı yüreğimin tam orta yerinde. inceden çok fena can yakan bir sızı var yüreğimin tam ortasında. nefes aldırmıyor acısı. burkuluyor çok fena.
beyaz bir sayfa açtım acımı yazacak. dökersem kelimelere sözsüz, hafifler mi bu ağrı dedim.
gözümde yaşlar bekliyor öyle dolu dolu. bir başlarsa akmaya, hiç durmayacak, ondan tutmam da ağlamamaya çabam da.
yazdığım her kelime sana. yazdığım her satır sana yol. olsam bir kuş, yanına uçsam. zaman dursa, denizler donsa. ben bir koşu yanına gelebilsem. bir nefeste olsam yanında.
ellerim sanki cam kesiği, cam kesiği sanki tüm kalbim. batıyor her anında yokluğunun. kanıyor her yeri ayrı ayrı.
bu şehir olsa o şehir. aynı gökyüzüne bakarken aynı çimlerde oturuyor olsak.
her nefesim, soluğun hava olduğundan can veriyor bana.
ağlayamıyorum. ağlamıyorum. dolu dolu gülemiyorum de artık. sadece hüzünlü derin bir tebessüm, uzaklara dalan bakışlar. artık gözlerim daha çok dalıyor uzağa. daha çok uzaklaşıyorum andan. daha çok özlüyor bu gönül seni her geçen an.
bir ümit yaşıyorum tüm ümitsizliğe rağmen.
bir nefes yaşıyorum, senin nefesinin ümidiyle.

günbatımı...

ege gecesi. ızgarada taze lüfer, sofrada taze marul domates turp, radyoda inceden bir melodi. günbatımı eksik bir tek bir de sen..

zamanlama...

bir zamanlama hatasıydı herşey. aşkımız ya sensiz ya bensiz kaldı. şairin dediği gibi; sen bana erken, ben sana geç, kalmıştık..

ben : sen

sen sevdiğinde beni, ben habersiz kaldım; ben severken seni, senin haberin olmadı.

kim bilir...

belki de şair burada birşey demek istemiyordur...

yapraklar...

Sen yoksun ya, yapraklarım soluyor benim. Yemyeşildi yapraklarım ışıl ışıl, rüzgarın sesi ile birleşip tatlı bir hışırtısı olurdu. Şimdi ise yoksun ya sen, yeşili sarıya döndü, ışıltısı kayboldu. Korkuyorumki sert esen bir rüzgarda dalından kopup düşecek, öylesine kuru artık yapraklarım. Rüzgar ile birlikte çıtır çıtır kuru sesleri oluyor artık. Boynu bükük çiçekler gibi dalında zor tutunur gibi artık benim yapraklarım. Birer birer azalıyor yapraklarım. Yine de herşeye rağmen o bir tanesi dalında direniyor hala düşmemek için. Yoksun ya Sen, olacaksın diye...

ne çok zaman ne az zaman...

kaç zaman olmuş sensiz ilk zamandan bu yana. ne az zaman geçmiş takvim zamanı ile ve ne çok zamanmış aslında gönlümün zamanı ile. kaç an olmuş sensiz yaşanan.

heeyy Sen...

yüreğime dokunan, sessiz sözlerimi anlayan. evet evet doğru tüm anladıkların. sensin, herşeyin başladığı yerdeki. evet o an, herşeyin başladığı an, o tek ve ilk bakış. ve sonrası her yaşanan hiç unutulmayan. heeyy Sen, uzağımdaki ve en yakınımdaki. Sen, aşkın hayattaki adı, emeğin anlamı. Sen.

kısacık zamanlarda upuzun zamanlar...

kısacık zamanlarımız oldu bizim hep saat kavramıyla ama hepsi upuzun zamanlardı. yılların ötesinden geliyordu hepsi sanki ve yılların ötesine kadar uzanıyordu. dar zamanlar değildi hiçbiri geniş zamanlardı kısa da olsa. sadece bakarken gözlerimin içine öyle çok şey vardıki sözsüz konuşmalarında. saatler geçti hep kısa geldi bize ve uzundu aslında kısacık bile olsa. kısa saatlerimiz ama uzun zamanlarımız oldu bizim. kısa zamanlarımız içinde uzun zamanlarımız var bizim...

aynı şeyi...

bakarken gözlerimizin içine karşı karşıya dururken sadece ikimiz var gibi tüm dünyada, aynı şeyi istemek o anda ve aynı şeyi düşünmek ve aynı şeyi yapmaktan geri durmak birbirimize rağmen ve güya birbirimiz için. bakarken gözlerimizin içine, çok şey söylemek birbirimize. gözlerimizin içinde tüm aşkımızı anlatmak sözlerimizi saklarken. gözlerimizi dokunurken birbirine en derinden, ellerimizi tenimizden uzak tutmak. bir kısacık anda saçlarımı okşarken bulmak ellerini, kaçırırken gözlerini bir kısacık anda birbirinde kalmak o gözlerin. gözlerimizde kalırken birbirimizin, o anda sarılmayı istemek sadece, hep öyle kalmak, zaman aksa biz öyle kalsak diye geçirirken aklımızdan sadece bakıyor olmak birbirimize ve sadece birbirimizi görmek...

aşk & zaman

aşk ve zaman; insanoğlunun içinde olduğu iki göreceli ve afaki kavram...

yağmur

geceden yağmış yağmurun izleri sokaklarda. hafiften toprak kokusu cadde kenarlarında. su birikintileri olmuş ayrı ayrı yağıp yağarken birleşen biraraya gelen yağmur damlalarından. sen gibi ben gibi biz gibi. bizim yağmuruz gibi. aralanan bulutlardan ortaya çıkan güneşin ışığı ile ışıldayan yağmur birikintileri. biz gibi..

bir sabah daha...

bir sabah. bir istanbul sabahı, soğuk ve beyaz gri, bulutlar ağır, belki birazdan yağmur. ayrı şehirlerde, aynı gökyüzünün altında, sabahın ilk uyanışını belki aynı bulutlara bakarak yapmak, aynı sabaha aynı düşünceyle uyanmak ayrı şehirlerde yanyana..

bir "A"rkadaşlık"Ş"ehir"K"onuşmalar günlüğü - 1

Bir tarih.
Bir gün. Sabah erken saatlerde. Bir karşılaşma, olağan bir selamlaşma. Bir sohbet olmadan geçen 2 gün.
Bir daha kopmayan bir bağ. Kısa birkaç günde yılların paylaşımı. Yıllardır birlikte yaşandı, birlikte biriktirildi anılar gibi hissedilen, düşünülen bir bağ. Bir paylaşım. Planlar, sözler, sesler, bakışlar, şarkılar. Uzun sohbetler, bazenfiziken uzak ama gönülden yakın mesafelerde, bazen aynı masada, tüm öğleden sonra, akşamdan geceye sonra sabaha karşı zamana kadar süren sözlerle paylaşımlar. Bir küçük şişe, birkaç kadeh, lezzetli tekirler bazen.
Gittiğimiz yerler ayrı ayrı ama aynı yerler ve aynı zamanlarda birbirimizi tanımadan, bilmeden. Aslında birlikte olunmasını şimdi hayal ederek.
Şehirler, bizi barındıran ve barındırmasını istediğimiz. Şarkılar, dinlemeyi sevdiğimiz. Planlar, içinde olmak istediğimiz. Ne çok şey yapmayı istiyoruz, birlikte ve yanyana ve beraber.
Ne çok şey biriktirmişiz, günler az ama paylaşımlar çok. Yıllardır süren bir bağ gibi, sadece birkaç günde yılların bağı.
Sevdik birbirimizi, çok şey gibi, hayat gibi; incittik birbirimizi bazen çok derinden ve bilerek, en derinden, iyi geldik yaralarımıza herşeyden çok.
Saatler geçti, günler yaşandı, mevsimler değişti. İlk tanıştığımız mevsim oldu yine. Biraz savrulduk uzaklara biraz yakınlaştık en yakına. Herşey oldu, sadece biz hiç kopmadık.
Hep olduk, yakın ya da uzak, mesafe farketmedi hiç, aklımız bir yerinde hep birbirimizi tuttu. Daima.
Bir gün yaşadık ve birbirimizi hiç unutmadık.

beklemek...

bekledik hep; gözgöze gelmeyi, yolda rastlaşmayı, telefonun onun için çalmasını, en az kendin kadar aşık olmasını, sana bakarken gözlerinin içini gülmesini. bekledik hep; çalışmalarımızın anlaşılmasını, terfi etmeyi, zam almayı, adil değerlendirilmeyi. bekledik hep ve bir ömrü geçirdik. mevsimler geçti, yapraklar soldu yeniden yeşerdi. güneş doğdu güneş battı milyonlarca defa. denizler taştı dalgalar vurdu kıyılara, denizler sakinleşti. bebekler doğdu, büyüdü çocuk oldu. aşklar bitti aşklar başladı. bir ömür geçti, bir bakış uğruna. bir ömür geçti, bir umut uğruna. 

huzur...

uzakta bir yer. sakin ve huzurlu. bir ev. bahçe içinde, çiçekler var bahçesinde. bir salıncak bahçenin bir köşesinde, üzerinde bir battaniye, karşısında bir kameriye. yan tarafında verandası. gün ışığı her yerinde. bahçede renkli lambalar kağıttan, renk renk ışıl ışıl. çatı katında resim malzemeleri ve boya kokusu. bahçede çocukların oyuncakları. mahallede bir ev. komşular. ocakta kaynayan çaydanlıktaki su ve püfür püfür buharı, demlenen mis kokulu çay. fırından taze kurabiye kokusu. ev. aile. çocuklar. yaşam...

mor...

ne eflatun gibi uçuşur ne lacivert gibi ciddi. biraz beyaz, biraz pembe, biraz mavi, biraz lacivert ve işte mor. masum, neşeli, özgür, ciddi. benim rengim biraz da mor, alacalı ebruli neşeli..

aşk, özgürdür

aşk, uçuşmak ister, gönlünce gezmek, nefes almak ister, doya doya. aşk, kısıtlanmak istemez, soru sevmez, camları kapalı bir odada nefessiz kalır çürür. aşk, özgürlüğü sever, özgür ve seninle olmayı, onunla olmayı. aşk, ben olmayı ve biz olmayı sever aynı anda. hem kalır hem gider. aşk, özgürdür.

aşk tetikliyor, sevgi yaşatıyor

aşk, herşeye ve herkese ve herşey için ve herşeye rağmen. küçük, şımarık bir çocuk gibi, sevgi ardından gelen sakin ve heyecanlı, huzurlu ve keyifli, maceracı ve dingin, aklı gönlü ruhu birarada..

aşk'ı boşver, yaşa sadece :)

aşk. insanın gönlüne düşen en heyecanlı duygu, insana yaşatılan en güzel duygu belki de. ama boşver aşk'ı. sen yaşa sadece benimle. dışarda çok güzel bir sonbahar, çok güzel bir şehir. sırılsıklam bir yağmur. gel hadi ıslanalım yağmurda koşarken çocukluğumuzdaki gibi, biriken sulara girip çıkalım sırılsıklam olalım. ısınalım bir soba kenarında bir kır kahvesinde. sahile inelim bir gün doğumunda, günü doğuralım birlikte. gün batımında bir sandalla açılalım Boğaz'ın bir kenarından, izleyelim kızıl sarı mavi gün batımını. elimizde fotoğraf makinelerimiz, gördüklerimizi anılarımızda tutalım. bir o yaka bir bu yaka dolaşalım, sahil boyu gezelim, sokaklar arası geçelim. keşfedelim. şehri ve kendimizi ve birbirimizi. bir büyük açalım, içemeyelim dibine kadar, gülelim halimize ve şişenin dibinde kalanlara. sendelerken ilk adımda, çarptı mı rakı diye gülelim halimize, yok yok diyelim, birden kalktık ondan, yoksa rakıdan değil. kediler dolansın ayaklarımızın arasından. kuyruğu havada garfield görünümlü olan güldürsün birden bizi. telefonda senin adın olsun ilk çalışında. mesaj sesi, senden gelen birşey olsun, komik belki de gördüğüne dair eğlenceli ya da tek bir kelime ve beni özlediğini anlatan sanki sayfalarca. kalabalık olalım, bir konser akşamında, bir film gecesinde, bir sohbet keyfinde, çoğalalım sen, ben, dostlar. aşk. aşkın adına gerek yok, boşver. yaşayalım biz sadece, hayatı, kendimizi, bizi. aşk mı ne olacak, hayat zaten aşk. sen ol, ben olayım, hayat olsun, yaşayalım.

hayat, hikayelerden ibaret..

bir yaşam, elimizde, nasıl yaşamak istersek. hepimizin bir hikayesi var, birileriyle ortak ya da ayrı. hayat, hikayelerden ibaret her parçası ayrı bir hikaye kendi içinde. bazen güneşli bir sabah bazen hüzünlü bir akşamüstü. hepsi bir hikaye hayata tat katan. hayat, hikayelerden oluşan uzun bir yol, tüm hikayeler birbirine bağlı.

yola çıktık..

bir yol. ilk adımla başlar herşey. hayat. bir nefes, bir bakış, bir tutunduğun el ile başlar hayata dair herşey. böyle başlar hayat ve böyle devam eder. daima bir nefes ararız yakınımızda, bir bakış bekleriz gözlerimizin içine bakan, bir el ararız daima tutanacak ve sıcaklığında bizi koruyacak. üşürüz, eksik kalırız, yorgun düşeriz biri eksik kalınca. kolumuz kanadımız kırılır. aşk ile açan kanatlar aşksızlıkla kırılır yine. hayat, aşkı aramakla geçer, bulsan da ve mutlu olmakla başlar herşey, eksik da olsa fazla da kalsa hayattan parçalar.

yaşam dediğin...

bir yol boyu. bir yol hikayesi aslında. sonraki dönemeci bilemediğin. molaları unuttuğun. bir çay içimlik zamanda nefes alabildiğin. yolda karşılaştıklarını bazen es geçip gittiğin ve ki aslında onlar hayatındaki en önemli izler iken. herşey yola çıkmakla başlıyor. ilk adımı attığında yol açılıyor önünde. neye yöne gideceğin ayaklarının götürdüğü yere kadar. bir nefes alımlık duraklarda hayat belki sana bir şans tanıyor.

hadi gidelim...

hadi gidelim. sessiz, sakin bir yere, nefes alınabilen, yaşadığını hissedebildiğin bir yere. evimiz olsun tek katlı, belki en fazla bir çatı katı üstte. bahçemiz olsun. arkasında domates, biber, maydanoz, tere, roka ekelim. ön tarafta çiçekler olsun renk renk mis kokulu. mor salkımlar olsun bahçemizde, mis kokusu karşılasın bahçede. bahçe kapısına hanımeli ekelim, önde beyaz arkasında pembe sarı renk renk, mis kokusu ile girilsin bahçeye. kapımıza bir çan asalım melodisi ile neşelendiren, evimize gelenler keyifle girsin bahçeden, melodisiz bir zil olmasın kapımızda. beyaz boyalı olsun evimiz, ege evleri gibi, mavi boyalı olsun çerçevelerimiz, yaşamın rengi olsun. günışığı evimizde, bahçemizde olsun hep. ince belli ince camdan bardaklarımızla çay içelim kahvaltı soframızda. taze kekik, taze nane olsun. köy olsun kasaba olsun farketmez deniz olsun yeter. denizden esen taze rüzgarla sabaha uyanalım, geceyi ay ve yıldızların denize vuran ışıltısı ile karşılayalım. sahil boyu yürüyelim aklımıza esince. selamlaşalım yolda karşılaştıklarımızla, hal hatır edelim. sokaktaki kedileri besleyelim, köpeklerle oyun oynayalım. iki tek tavla atalım bakkal amca ile dükkanın önünde akşam eve dönerken. mutlu olalım sadece. yaşayalım. mutluluk olsun evimizde. gidelim sadece ve sadece yaşayalım.

an...

bu an, sadece bu an'da olmak, bu an'ı getirdiği ile yaşamak. bitirilecek ödev, teslim edilecek tez, hazırlanılacak sunum, çalışılacak sınav olmadan, sabah uyandığında gözünü açar açmaz aklına yetiştirilmesi ve bitirilmesi gereken dersler gelmeden geçirilen birkaç gün. yeni okullar, yeni dersler, yeni ödevler için merakla beklenilen, hevesle planlanılan ama nefes alınabilen birkaç zaman. tatil gününde gerçekten tatil yapabilmek, gönlüne göre günü planlamadan yaşayabilmek. alışkanlıktan, bekleyen birşey mi vardı diye bir tereddüt anı geçirmek ama sonra rahatlamak. birkaç şeyden çok fazlasını yetiştirmek için koşturmak yerine daha sakin yürüyebilmek. sadece kitap okuyarak, sadece müzik dinleyerek vakit geçirebilmek. yetiştirilmeye çalışılan şeyler yerine " boş zaman " kavramına sahip olup içini keyfince doldurabilmek.

ikimiz...

ikimiz.. aynı defterin yanyana iki ayrı sayfasında, ayrı ama ayrılamayan sayfalarında... ne biraraya gelebilir, ne ayrı kalabilir. ne mutlu ne hüzünlü bir hikaye. hem var hem yok. bir masal. bir düş. bir gerçek. bir var bir yok. hem olur hem olmaz. sen ve ben. ikimiz. yanyana ve ayrı ayrı...

an gelir...

an gelir seversin... an gelir aşık olursun... an gelir sevilirsin... an gelir gerçek sanırsın... an gelir gerçek olur... an gelir düş biter... an gelir ayrılık olur... an gelir anlarsınki hiç olmamış... unutursun... unutulursun... an gelir, anlarsın...   

suskunluğunda...

canım yanıyor suskunluğunda, soğuyor her yer, üşüyorum. acıtıyor suskunluğun. herşey paramparça oluyor, etraf cam kırıkları. canım yanıyor, kırıklar avuçlarımı kanatıyor. sızlıyor ellerim, ulaşamadıkları için sana. canım yanıyor.

aşk... bir anda...

aşk, bir anda, sevmek zamanla, vazgeçmek bir anda, unutmak zamanla..
senin baktığın gibi sana bakıyor sanırsın, kendini inandırırsın, o gözlerin seni görmediğini hiç olmadık bir anda anlarsın..
hiç geçmeyecek sanırsın o sızı ama bir an gelir hiç canın yanmamış gibi olur artık..
bittiği an, bittiğini hissettiğin andır...

gönlüm bir yerlerde durmuş öylece...

kalbim demir bir kapı ardında, kapıda ağır bir kilit paslanmış, ağır demir kapı ardında uzakta bir ses, azar azar içeri bir ışık sızıyor belli belirsiz. gün ışığı dışarıda, kapının bir yanı alaca kurşuni, bir yanı ebruli. renkler aydınlanıyor, açılıyor puslu hava hafiften. ne zaman geldin?

nedir gözyaşlarına sebep olan..

artık kırık dökük aşk hikayeleri değil gözlerime yaş dolduran. o hikayeler ve hikayelerdeki hüzünlü kahramanlar hüzünlü bir tebessüm bırakıyor dudaklarımda artık sadece ve uzağa dalan bakışlar. gözlerimden süzülen yaşlara sebep olan ise çocuklar artık. çaresiz kalan çocuklar, şefkate, sevgiye, ilgiye aç çocuklar. imkansızlıklar içinde imkanlı olmayan çalışan çocuklar. büyümek mi yoksa, olgunlaşmak mı, yaşamak mı yalın bir halde, farkındalıklar mı, hayatı herşeyiyle kabullenmek ve yaşamak mı bu gözyaşlarına sebep olan? 

yoksun

yoksun ya sen şimdi, sensiz her yer. yoksun ya sessiz her yer sensizliğinle. yoksun ya sen şimdi öyle kalabalıkki sensizlikle her yer. yoksun ya öyle ağırki sensizlikle her yer. yoksun ya öyle çok ümitliki günler senliliğe. yoksun ya sen, varsın aslında sensizlikte.

20 Ocak 2015 Salı

bir gece yalnızlığında

ağlıyorum sessizce, gözyaşlarım akıyor yanaklarımdan incecik, acı bir tebessüm dudaklarımda, yüreğimde bir sızı, birkaç anı uçuşuyor zihnimde, eskilerden kalma bir aşk şarkısı fısıldıyorum kendi kendime, gözlerim dalmış, aklımda sensizlik, gönlümde senlilik, anlar geçmiş kim bilir ne az ne çok, köşe lambasının loş ışığında ve pikapta eski bir plağın sesi, sen yokmuşsun, her yan sensizlik, yüreğim sen. özlüyorum, neyi bilmeden.

avuçlarımda

avuçlarım birleşmiş, içinde kalbimin kırıkları, kırıklar ellerime batıyor, kanıyor ellerim, sızlıyor ince ince, avuçlarımı açıp bıraksam bırakamam, kalbimin kırıkları, ellerimde kırıklar, sızlıyor ellerim, sızlayan ellerim mi kalbim mi, geçer mi kırıkların sızısı, geçse de kalmaz mı o sızıdan izler??..

kırıklar

kalp kırıkları da yara bandı ile tedavi olur mu ya da kuvvetli bir yapıştırıcı ile kırıklar yapıştırılabilir mi sanki kırılmamış gibi? parmağımdaki kesik zamanla geçiyor da kalpteki yara ne zaman tedavi olur? gönül sızısı da geçer mi parmaktaki yaranın sızısının geçtiği gibi? parmağım kesilince üfleyip iyileştirmeye çalışıyorum da kalp kırılıp paramparça olunca üflense o da geçer mi? kim üflese geçer kalbin sızısı? kıran mı kırılan mı?

seni özlemek

nedensiz, zamansız, sonsuz, ne zaman başladı bilinmez. neden özler bir insan bir başka insanı bilinmez. neden özlerim seni, bilinmez. ne zaman başladı bu özlem, bilinmez. özlemek, ince bir sızı gönülde, hafif esen bir serin rüzgar gibi şöyle bir ürpertir, titretir gönüle düşünce. üşürüm seni özleyince. yapayalnız hissederim, tek başına tüm dünyada gibi. seni özlemek. vardı hep sanki. bilinmez. seni özlemek. neden ve nasıl. bilinmez. seni özlemek. seni sevmek.

rüzgar, deniz, sen

rüzgar getirirken denizden senin kokunu, her yer sen oluyor esen rüzgar ile. deniz ve rüzgar ve sen. denizdeki dalga, dalgadan sonraki sakinlik. mavi göğün altında pırıl pırıl serin mavilik. açık deniz ve liman. mavi sularda beyaz yelkenli. rüzgar ve deniz ve sen. kıyıya esen rüzgar getirirken denizden senin kokunu, her yer sen. deniz ve rüzgar ve sen.

ben seni sevdim..

ben seni sevdim. çok sevdim. gidişlerden korkarak ve gidişleri asla hayata dahil etmeyerek. iki kişi olarak ama tek kişi kalarak. renk renk balonların gökyüzüne uçuştuğu gibi özgürlükle çok sevdim. denizin mavisi gibi. gökyüzündeki bembeyaz martılar gibi. bir yelkenlinin rüzgarla salınışı gibi. sen gibi. ben gibi. biz gibi. bir gibi. iki ayrı bir gibi. ben seni çok sevdim. senin gibi.

tercih...

insanlar gelirler, insanlar giderler. insanlar seçerler, insanlar vazgeçerler. insanlar severler, insanlar sevmekten vazgeçerler, insanlar sevseler de giderler, insanlar sevmeseler de kalırlar. insanlar bir seçim yaparlar. seçimleri ile sevinirler ya da üzülürler, seçimleri ile sevindirirler veya üzerler. insanlar yaşarlar. insanlar kaçarlar. insanlar geri gelirler. geldiklerinde bıraktıklarını bulurlar ya da buldukları bıraktıkları değildir. insanlar. insan, üzer de kırar da bilerek ve bilmeyerek ve aslında daha çok bilerek.  

bir iz

geçmişten bir ses, fısıltı gibi sanki. zamansız ve sebepsiz. amaçsız ve de aslında. faydasız, ne sana ne bana. uzağı yakın edemeyecek kadar geç, seni ve beni biz yapamayacak kadar geç, dost kalamayacak kadar geç, kadehleri tokuşturup dünyayı kurtaran sohbetleri, hayalleri, sözleri paylaşamayacak kadar geç ve eğreti. yersiz ve sahipsiz. kısa sözler ve uzun cümleler ama hepsi havada asılı. ardında başka sözler ama söylenmeyen. yaranın üzerindeki kurumuş kabuğu kaldırır gibi ama gerçekten kabuk kurumuş artık kanamaz da acımaz da. bir iz sadece geçmişten ve şimdi ise o sözler o geçmişten çok uzak. 

ay ile güneş

gece geldi ay göründü bulutların arasından, gece sabaha varırken ay, güneşe döndü. ne sabah, ay, güneşe küstü; ne gece güneş, ay'a..

huzur

gece güne dönerken bulutlar aralandı gök açıldı gün ışığı yüzünü gösterdi. geceki fırtına dinmişti, heryer sütlimandı artık. fırtına sonrası sakinlik hakimdi artık ve bundan böyle. keyifli ve dingin ve huzurlu..

aşka düştüm ben

Bir anda. Bir bakışma ile. Nefesim kesildi birden. Heyecanlandım. Saçmaladım. Gönlümde kelebekler uçuştu. Kalbimin sesi kulaklarımda. Şımardım alabildiğince. Şımarttım gönlümce. Sevdim de. Ben aşık oldum. Denizin bana getirdiği Sana. Seninle.

bir an

bir andır herşey. bir anda olur herşey. aşk bir anda olur. yaşam bir anda başlar. ölüm bir anda gelir. nefes veren, nefesini alan ve nefesini kesen herşey bir anda olur. Sen’i gördüğüm an da bir andı. nefesimin kesildiği ve Seninle nefes bulduğum an. herşey o bir andaki bakışla başladı, bulutların dağıldığı derin maviliğin yanıbaşında hissettiğim o anda yeni bir nefes oldu bakışınla. zaman geçecek, hava bulutlanacak, hava yeniden açacak, mevsimler değişecek ve o bakışın hep kalacak. bir deniz sevdam hiç bitmeyecek bir de denizin bana getirdiği senin gözlerindeki o bakışın hatırası.

deniz ve sen

ben denizi sevdim, maviyi alabildiğine, göğü sevdim beyaz bulutların ardındaki maviyi, o maviliğin sesini dinlemeyi sevdim, mavinin sessizliğinde kaybolmayı bir de. balıklarla yüzmeyi sevdim, onların yanımda bir yandan öbür yana yüzerek geçmelerini izlemeyi sevdim. sahilden o maviliğe bakmayı sevdim bir de. yanımda seninle meltem esintisini yüzümde hissetmeyi sevdim. bir akşamüstü günbatımında sahilden martıları izlemeyi sevdim. seninle Boğaziçi'ne bakmayı sevdim hayaller kurarak. ben maviyi sevdim, denizi sevdim bir de bana Seni getiren..

senin yanında...

bir kayığın içinde meltem esintisi ile hafif hafif sallanıyorum derin mavinin koynunda üzerimde bembeyaz bulutlar. uzanıyorum tatlı dalgalara doğru, elimi suya sokuyorum, elimle dalga yapıyorum suda, balıkları besliyorum suya attığım kuru ekmek parçaları ile. ah bir de şu güneş gözümü almasa. yanaklarım da küçük bir yaramaz çocuğunki gibi güneşten pembeleşmiş. biraz ötedeki kıyı sanki çok uzak gibi, kıyı umurumda değil de ondan. martı sesleri kulağımda. ekmekleri yiyen balıklar neredeyse suyun üzerine çıkacaklar. küçük balıklar toplaşmışlar bir yandan diğer yana yüzüyorlar hızlı hızlı. deniz kokusu içimde. balıklarla yüzüyorum derin maviliğin içinde. Senin yanında..

19 Ocak 2015 Pazartesi

pamuk şeker

pembe bir pamuk şeker elimde. yürürken esen hafif rüzgar ile yüzüme uçuşuyor pembe şekerleri. parmaklarımda pembelikleri, ağzımın kenarında şekerleri. çocuk günlerimdeki gibi yiyorum elimdeki pembe pamuk şekeri. pamuk şeker sevdam hiç geçmedi, çocukluğum hiç bitmedi.  

........................................................................................

elimde pembe bir pamuk şeker, rüya gibi. bir elimle şekerin sarıldığı ince çubuğu tutuyorum diğer elimle pembe pamukları koparıp koparıp afiyetle yiyorum. yüzüm, ellerim pembe yapış yapış. çocukluğumdan bir gün keyifli. beyaz çoraplı küçük bir kız çocuğu, fiyonklu ayakkabılar bir de pamuk şeker var o günlerden. ne zaman pamuk şeker görsem mutlaka alırım bir tane. önce keyifle ve heyecanla ve tabii sabırsızlıkla pesbembe pamuğun döne döne çubuğuna sarılmasını izlerim. sonra da o kocaman bulutu alıp pembeye boyanan ellerim ve yüzme aldırmadan çocuk olup yerim parmaklarımı da neredeyse yiyecek gibi. pamuk şeker var çocukluk anılarından, pembe hayal bulutu gibi. hala sönmedi o bulut, bir yerde daima bana el sallayan çocuk ve pamuk şeker.