27 Ocak 2015 Salı

mucize krem "kräuterhof"

selamm...

bir haberim var. özellikle elleri kuruyan, çatlayan, hava değişiminden kırmızı izler, çatlaklar olanlar için. hem de harika bir haberim var. belki zaten siz benden önce duymuşsunuzdur. o zaman bu defa da benden olsun...

watsons capitol mağazasında satış temsilcisinin tavsiyesi ile satın aldık. ürünün güzel taraflarından biri paraben karşıtlarına göre, krem parabensiz. bu bir... kapağında koruyucu bandı var, yani sizden önce açmış sürmüş kimse olamıyor. bu da iki... elinize sürdüğünüzde daha ilk sürüşle birlikte etkisini hissediyorsunuz. eliniz ne kadar çok kuru, çatlamış, kızarmış olsa da ilk sürdüğünüz andan itibaren elleriniz yumuşacık oluyor, kızarıklık kayboluyor, aydınlık ve ışıltılı bir görünüm oluyor. bu da üç... ve en güzel yanlarından biri yağlı bir his bırakmıyor. bu da dört... ayrıca sürekli tekrarlama gereği yok, tek kullanımla bile uzun süre etkisi sürüyor. 

benim gibi hava değişimden en kötü haliyle etkilenen ellerde bile mucize bir etkisi var. arkadaşlarıma da denettim. herkes çok beğendi. 

henüz denemeyenlere de tavsiye ederim. :)

elleriniz yumuşak ve tabii bir de yalnız kalmasın. :)






müzik kutusu...

müzik kutusu, aşk gibidir. kurarsın, en canlı haliyle çalmaya başlar, devam eder, yavaş yavaş sakinleşir müzik, yavaşlar, durur, tekrar kurarsan başlar yeniden. aşk, müzik kutusu gibidir. tesadüf edersin, heyecanlanırsın, bulutlarla aynı seviyededir hayat, sonra sakinleşir, olağanlaşır, yavaşlar, yeniden yenilenmek gerekir aynı müzik kutusunu kurar gibi...

...


sandal denize açılırken...

bir sandal denize açılan. güneş batmakta. denizin hafif çalkantısı ile sakince sallanan. sallandıkça denizde hareler oluşuyor. batan güneş denize vuruyor. sandal sallandıkça denizdeki renkler değişiyor.


gitmek...

gitmeyi bilmek gerek. artık üşüdüğün gönülden kapının ardına gitmeyi bilmek gerek. bahanelerle avunmak değil, cesaretle o kapıdan çıkabilmek gerek. ama aslında ile başlayan cümleler kurmak yerine artık böyle olmalı diyebilmek gerek. yormadan ve yorulmadan kalmayı da bilmek gerek gitmeyi de....

sessiz...

Deniz dayanamadı içimdeki sessiz kasırgaya, dalgalandı karardı çoğaldı bembeyaz köpük oldu. Baktım sessizce ona. Konuştuk öyle. üzülme dedim, ben üzülmüyorum. Hayatın getirdiğini yaşıyorum, büyüyorum, çoktandır yaptığım gibi..

nefes...

bir nefes alırsın, eyvallah der, yola devam edersin, eksilirken çoğalarak...

sana...

birşey vaat edemem.. üzerine bastığın kuru toprak, başında dönen bulutlar, ısıtan güneş, masmavi gökyüzünden başka ve bir de Sen bastığında yaşam bulan toprakta açan taptaze çiçekler... Sana birşey vaat edemem, sadece sevebilirim Seni... ne kadar bilemem, sevebildiğim kadar.

adı her ne ise...

bir yaz akşamı idi. henüz havaların geç saatte karardığı, güneşin akşamüstü en güzel zamanlarında olduğu bir gündü. bir sahil günbatımıydı. İstanbul'un en güzel zamanları, yazın en sıcak günlerinden biri, güneşin denizin üzerinden en güzel battığı bir günbatımı idi.
bir dost masasıydı oturduğumuz. birer kadeh, bir büyük, biraz meze, buz ve soda vardı masada. ufak bir masaydı iki kişilik ancak, sonra daha geniş oldu masa.
güneş kayboldu, yıldızlar aydınlattı İstanbul'un o güzel akşamını. çiçekler vardı masamızın yanında. bitişikti masalar, kalabalıktı her masa biraz meyden biraz sohbetten keyifli kahkahalı. garsonlar ahbap, sohbetler dostaneydi.
o akşam önce sesine sonra gözlerine tesadüf oldu. bir masaya denk getirdi, bir sohbetin ortağı etti. kaç saat geçti bilmeden günbatımı akşama akşam geceye döndü. sabah değildi neyseki masadan kalkarken. geç bir İstanbul gecesiydi sadece.
sonra, hiç gelmedin aklıma öyle çok, sadece çok an bazı şeyler düşündürdü Seni sıkca.
romanlardaki gibi bir Temmuz akşamüstüydü hikayenin ilk sayfası, yaz bitti önce sonra sonbahar geldi ardından kış. hem şehre hem bize. kışın ortasında açan bahar dalları gibi açtı bazen çiçeklerimiz yine kışın soğuğunda donan çiçekler gibi üşüdü sonra.
ben, Sen hiç bilmedin ama ne rakıya alışıktım, ne İstanbul'un o gecesine, ne o karşımdaki Sen'e, ne Ahmet Kaya'ya Senin kadar, ne de sözlerine. bir de alışık değildim hissettirdiğin ne güvene ne huzura ne heyecana bir başkasında hissetmeye...

şimdi..

şimdi,
Sen ve ben olamadık ya Sen ve Ben,
kaldık ya Sen ve Ben ayrı odalarda ayrı evlerde aynı gökyüzü altında aynı bulutları izlerken camdan dışarı bakıp ama ayrı koltuklarda otururken ayrı camların önünde,
Sen ve Seni özleyen Ben,

Ben ve Benden habersiz Sen,
şimdi ayrı odalarda ayrı koltuklarda ayrı semtlerdeki ayrı evlerde aynı programları izleyerek ve aynı şeyleri düşünerek ayrı tabaklardan aynı akşam atıştırmalarını yaparak aynı içkileri ayrı kadehlerden içerek,
Sen ve Ben,
bir şehrin kim bilir aynı ayrı iki yakasında ayrı semtlerin benzer sokaklarındaki ayrı evlerin ayrı odalarında aynı renkte ayrı koltuklarda Sen ve Ben olmaktan uzak kalarak,
Sen ve Ben olmayı hayal ederek...

çocuktuk

güzel zamanlardı, çocuktuk, henüz hayallerimiz vardı, dürüsttük çıkarla tanışmadığımız için yalın yaşıyorduk, yalın ne demek bilmeden, henüz çelme atmayı öğrenmediğimizden ya arkadaştık ya değil, duruma göre değişmiyordu tercihlerimiz..

eskiden...

ne zararsız sıkıntılarımız varmış eskiden... leblebi tozu bakkalda taze bitmiş olurdu da yenisinin gelmesini beklerdik sokakta oynarken, patlayan şeker az mı patladı çok mu patladı olurdu merakımız, tamam tehlikeli bir işti e biraz da erkek çocuğu işi ama ben de sokakta oynarken çatapat patlattım çok defa, kiminki daha güzel patladı olurdu derdimiz, bir de yakan top vardı, toptan yandın mı can mı aldın önemliydi. o zamanlar düşerdik dizimiz kanardı, benim dizlerimde çok yara bere vardı o zamanlarda. ama o zamanlarda yaralar sadece dizlerde idi, yere düşen arkadaşımızı elimizi uzatır kaldırırdık, kanayan yarasına üflerdik canı yanmasın diye, yok daha da kötüyse yara ve o kahve kırmızı tentirdiyottan dökmek gerekirse, eczacı abi dökerken bizim de canımız yanardı. o zamanlar dertlerimiz de çarelerimiz de insanca ve normal idi. şimdi bu yeni zamanlarda, düşene de yardım etmiyoruz, arkadaşımızın derdinden de anlamıyoruz, sıkıntıyı paylaşmıyoruz aksine üstüne dert ekliyoruz artık, kim daha az sıkıntıdaysa diğerinin çokuyla mutlu oluyoruz artık. paylaşmıyoruz, anlamıyoruz ne yazıkki yargılıyoruz sadece. arkadaşlıklar bir püfe bakıyor dağılıp kaybolmak için. modern zamanlar çok şeyi aldı götürdü hepimizden. çocukluğumuzu ve çocukluğumuzun içtenliğini de. hala koruyanlar ise hala çocuk gibi inciniyorlar bu modern zamanlarda....

bir işte öyle bu akşam...

Sensiz ve sessiz ve soğuk bu yaz sıcağında, uzak ve ürperten yalnızlığıyla, tedirgin yokluğunla. Bu akşam, bir işte öyle bir bu akşam...

mektuplar

ne güzel zamanlardı. mektup vardı. cep telefonundan kısaltılmış mesajlar yoktu. uzun cümleler vardı, içinde aşk olan. sayfalara dökerdik aşkımızı. aşık olurduk, severdik, heyecanlanırdık, kalbimiz çarpardı görünce O'nu. O'nu görebilme ihtimali ile saatleri sayardık. bir kadıköy-eminönü vapurunda karşılaşma ihtimali vardı, gözler arardı o kalabalıkta birbirini. kalabalıklar içinde bulurdu birbirini o heyecanlar. çocuktu kalpler, kızardı, küserdi, barışırdı. affetmeye meyilliydi kalpler, uzun sürmezdi ayrılıklar. vazgeçmek yoktu yeni hevesler peşinde koşup da. sevmek vardı. güvenmek vardı. bir heves değildi hiçbirşey çok anlamı vardı. üç günlük değildi duygular. sözler bir günlük değildi. anlık değildi heyecanlar. an vardı ve sonrasında anıları olan anlar vardı. paylaşmak vardı. sevmek, bakmak, görmek, kızmak, affetmek vardı. aşk vardı, sevgi vardı sevgililerde, arkadaşlık vardı paylaşımlarda. çok şey vardı.

hani

hani insanlar vardır, karşılaşırsın, tanışırsın. o an, tanıştığında aslında bilirsin birden bire, o, başka bir arkadaştır. çok şey vardır bunun içinde. arkadaştır, dosttur, sırdaştır, seversin, güvenirsin. öyle hissettirir, öyle sanmanı ister. öyle sanırsın. bir hayaldir ama aslında. bir müddet sonra anlarsın. canın yanar. çünkü güvenmişsindir, güvenmeni istemiştir. sen, canının acısıyla uzaklaşırsın ondan ve sonrasından. çünkü artık güvenin sarsılmıştır bir kere. aynı şeyi tekrar yaşamamak için artık tedbirlisindir. o sadece canını yakmamıştır. bir kapını kapatmana sebep olmuştur. sebebin olmuştur fütursuzca. kendi için ve başkaları için.

şöyle...

seni çok seviyorum. öyle çok. şöyle gibi; sabah güneşinde ısınır gibi, meltem esintisinde serinler gibi, masmavi denizde balıklarla yüzer gibi, rengarenk bir uçurtmayı uçurur gibi, sıcak bir akşamüstü buz gibi bira içip denizi seyreder gibi, bir yaz akşamında dost meclisinde buzlu rakının sofraya eşlik etmesi gibi, mis kokulu bir çiçeği koklar gibi, bahçeyi hanımeli kokusu sarması gibi, leylakların dalları mora boyaması gibi, güneşin ışıl ışıl parlaması gibi, bir gece vakti Boğaz'ın sularına açılmak ve kıyılarını tek tek gezmek gibi, bir kış günü bir kır kahvesinde çıtır çıtır yanan odunlar ile ısıtan sobanın başında olmak gibi, ayçiçek tarlasında çocuklar gibi koşturmak ve yemyeşil çayırlarda uzanıp masmavi gökyüzünü izlemek gibi, birlikte maça gidip galibiyete mağlubiyete bakmadan alabildiğine tezahüratla takımını desteklemek gibi, birlikte bir yaz akşamında yıldızları izlemek ve bir kış akşamında yıldızları hayal etmek gibi. Seni seviyorum. çok. Ben gibi. Sen gibi..

yola çıkalım...

şimdi bineceksin arabaya, çıkacaksın yola, biraz rüzgar camdan esen, biraz akşam esintisi, biraz sıcak hava akşam havasında. sohbet biraz, radyoda çalan müzikle bağıra bağıra şarkı söylemek, sonra bir aşk şarkısında gözlerimizin içine bakarak tatlı gülümsemeyle şarkıya mırıldanmak. mola vermek bir yol üstünde lokantasında, buz gibi ayran içmek gecenin bir saatinde. sabaha karşı güneşi karşılamak arabayı yol kenarına çekip. çayları içip yola devam etmek. günü Kaş'ta karşılamak. tekne ile açılmak hemen masmavi sulara, derin sularda alabildiğine yüzmek. teknede balıkları yemek kadehleri tokuştururken. hayattan keyifli bir an yaşamak işte.

yıldızlar ve sen

ayrı coğrafyalarda aynı gökyüzüne bakıyoruz bu ışıltılı gecede. belki aynı yıldızların altındayız. belki de aynı yıldızdan dilek tutuyoruz birbirimize...

bir zamanlar...

yalındı herşey, sade idi. kolaydı anlaşmak, kavga etmek düşmanlık değildi. fikirler çatışınca tartışma alevlenir, konuşulunca sulh olunur sakinleşilirdi. sohbet edilirdi yüzyüze, telefonlar konuşmak içindi. bir ekran karşısında parmaklar aracılığıyla değildi iletişim. süt mısır vardı, evde yapılan yoğurt bir de sokaklarda yoğurt satan amcalar vardı. gdo yoktu o zaman, uht, pastörize. organik de yoktu, zaten herşey doğaldı. aşık olunurdu o zamanlar, uzaktan uzağa heyecanla çarpardı yürekler. hesap kitap strateji yoktu ilişkide o zamanlar. severdin, söylerdin. o da severse gönüller bir olur, samanlık seyran olurdu. komşuculuk vardı, bir maniniz yoksa akşam oturmaya gelirdik. çekirdekler, çiğdemler yenirdi, mevsimine göre meyveleri soyardı anneler sohbet ederken bir yandan, çay demlenirdi mutfakta ocak üstünde, yaz geldi ise mis gibi limonata olurdu buzdolabında. küçüklere hemen ikram edilirdi büyük büyük bardaklarda. sokakta oynar, toz toprak çamur olurdu üstümüz başımız. dizlerimiz, dirseklerimiz zaten hep yara bere. kabuk tutan yaralar iyileşirdi dizdeki, dirsekteki. kalplerde tutmazdı kabuklar o zaman. sokaktan eve seslenirdik annemize, anneeeee diye, anneler camdan seslenirdi oyuna dalan çocukları eve çağırırdı yemeğe. kimse şikayet etmezdi halinden ve birbirinden. herkes herkesin çocuğuna birşey derdi, komşu çocukları komşu teyzenin torbasını taşımaya yardım ederdi, yaramazlık yapınca komşu teyze kızardı hııı derdi. kimse kimseye alınmazdı, darılmazdı, küsmezdi. küslük yoktu, dedikodu vardı belki ama tatlı tatlı idi, kimsenin kalbi bozuk değil idi, gönül kırmak yoktu. herşey sade idi ve güzeldi o yalın hali ile. o zamanların yalınlığında hayatım hala diyenler, hala gönlü genç, sade, açık olanlar. şanslı büyümemiş insanlar, bu zamanın büyümüş çocukları. :)

26 Ocak 2015 Pazartesi

seviyorum Seni, özlediğimden daha çok...

seviyorum Seni, özlediğimden daha çok...

uzak ülke...

Öyle uzak bir ülkedeyim ki şimdi. Sesler uzak, yüzler uzak, herşey uzak. Hepsi nefes aldırmayacak kadar yakında uzak. O uzak ülkede bir umut var yaşamaya dair. Nefes aldırmayan yakınlarda nefessiz kalırken, o uzaklarda nefes almak için bir umut var. O umut yaşatan, yakındaki nefessizliğe rağmen.

hani

hani hep gülümsüyorsundur, yüzünde daima bir tebessüm vardır. işte o tebessümdür seni hep mutlu yaşıyorsun sandıran. o sanma ile seni mutlu etme gereği duydurtmayan. hep bir mutlu edilmeye ihtiyacı olan vardır ve o, hiçbir zaman sen değilsindir. sen, hep gülümsüyorsundur çünkü. ona gider, onu mutlu eder. senin mutlu edilmeye ihtiyacın yoktur, senin aslında hiçbirşeye ihtiyacın yoktur ve hatta hiçkimseye çünküm sen daima tebessümünle yaşıyorsundur. o tebessümün ardını görebilendir, senin sevginle yaşamayı hak eden ve senin sevginle mutlu olabilecek olan...

ateş...

ya yanmayı göze alarak uçacaksın balmumu kanatlarınla ateşe doğru ya da korkuyorsan kalp çarpmasından, yakmadan ve yanmadan uzaklaşacaksın aşk mahallinden..

sarı yaprak...

sarıya dönmüş yaprak olmuşken dalında, gelişinle tomurcuklanmış taze yaprak oldu yeniden dallar..

yaşamak...

bir yalnızlık yaşamak dediğin aslında. kalabalıklar ve sen ve sevdiğin ve bir de ona duyduğun aşk. hepsi bir yalnızlığın parçaları hayat içinde. sen de bir yalnızlık hikayesinin başrolünde kendi hikayende. ve daima birlikte herkes ile...

sen...

yıllar yaşanacak, mevsimler değişecek. aynı filmlerde olduğu gibi... aklar başlayacak saçlarımızda, yüzümüzde çizgiler olacak birer birer önce inceden sonra derinleşecek. aynı şarkılarda olduğu gibi... bir aşkım değişmeyecek Sana, bir de ben Seni seven... :) 

yakamoz...

yakamoz gibi vururum belki denize, belki o yakamozda beni görürsün sen de. denizsin sen benim gözlerimin daldığı, yakamozum ben o denize ışıkla yansıdığım...

hayat, nasıl birşeysin sen...

hayat, yaşıyoruz dediğimiz günlerin toplamı, duygularımızın, düşüncelerimizin, sevinçlerimizin, hüzünlerimizin toplamı, bizim toplamımız. hayat, sen nasıl birşeysin. bir anda sevinç taşırken yüreğimize bir anda hüzne boğuyorsun. ya da bunu kendimiz yapıyoruz nasıl yapıyorsak bile bile kendimize ya da bilmeden. nefesimiz yetmiyor heyecandan ve bir anda nefesimiz daralıyor sıkıntıdan. bambaşka ruh hallerinden bambaşka hislerimiz oluyor bir anda. hayat. ne yapıyorsun sen böyle.. ya da ne yapıyoruz biz böyle kendimize...

yol mu yolun varışı mı...

yol mu katedilen heyecanlı olan, özlenen, yaşanması istenen, sevilen yoksa yolun sonunda varılmayı beklenen mi herşeyi katlanılır kılan? yolu yürürken unutuyor muyuz yolun sonunu yoksa? ya da zaten yola çıkarken sonunu kestirmiyorz muyuz hiç? ya da aslında yolun sonundaki ise varmak istediğimiz yolu yürürken vaz mı geçiyoruz yine de sonunda? yolda herşey değişiyor, renkleniyor, berraklaşıyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor. yol, seni bana beni sana kesiştiriyor dönemeçlerde, patikalarda ayrı ama kısacık adım genişliği yollar getiriyor önümüze ve yine yanyana tutuyor yine de bizi yol boyunca, omuz omuza elele...

sen ki...

sen ki, gözyaşlarıma sebep olan. al mutsuzluğunu ve uzağımda ol. sen ki, gözyaşlarımla beslenen, acıttığını bilerek acıtan. bırak gözyaşlarımı ve git.

yağmur ve gece

penceremde yağmur, lambanın aydınlattığı sokağı ıslatan usulca. gözümde bir damla yaş, kirpiklerime takılı. yüreğimde bir ince sızı, senden kalan.

tesadüf işte...

bir an gelir de Seni özlersem, aklıma yine Sen düşersen, telefonum çalıyor ve karşımda Sen. tesadüfler hayatımızda başrolde. neden bu kadar çok tesadüf var hayatımızda, kim bilir?. her aklıma geldiğinde, karşımda Sen...

arkadaş...

seni seviyorum. çok şey gibi. herşey gibi. bazen nefessiz kalarak seviyorum seni, dakikalarca derin denizlerde yüzmüş gibi. paraşütle atlamış gibi çarpıyor kalbim heyecanla bir an, seni severken. seni gördüğümde gözlerim ışıl ışıl oluyor birden. renkleniyorum, canlanıyorum, bahar gelmiş çiçekler gibi. aşk ile seviyorum seni. yürek ile seviyorum, gönül ile. ve sadece aşk yok içinde. işte tam da o nedenle bu kalp çarpmasına rağmen yaşayabiliyorum seni severken...

senin için göğe bıraktığım sözlerim yağmur oldu üzerine yağıyorlar...

senin için göğe bıraktığım sözlerim yağmur oldu üzerine yağıyorlar...

aşık olursun...

çok seversin, çok sevilirsin. ama hayat ve kader bir engel çıkarır yanyana gelemezsiniz. yanımda başkası vardır, yanında başkası vardır. hatta başkası ile evlenirsin, başkasıyla evlenir. parmağındaki yüzüğün eşi sende değildir ama o kalp seninledir. bu da aşkın acısıdır. aşkın gözyaşı olmadan yaşanması, kavuşma olması hayata can katan...

havaalanı...

havaalanlarını seviyorum. gitmeyi seviyorum. kalmamayı seviyorum. yazarın dediği gibi, çılgın kalabalıkta tek başına hali seviyorum. uçağa bindikten sonra saatsiz olmayı seviyorum. dönmeyi seviyorum, geri gelmeyi seviyorum. çok bunaldığımda köksüz olmayı seviyorum, çok bunaldığımda köklü, dallı, çiçekli ağaçlar gibi kalabalık ve sevgiyle olmayı seviyorum.

çocuk olsaydık keşke...

çocuk olsaydık keşke, susmadan söylediğimiz zamanlarda olsaydık. sevince söyleyebilseydik sevdiğimizi, ardını düşünmeden. istediğimiz gibi olmayan şeylerde sadece anlık üzülmelerimiz olsaydı. sevebilseydik düşünmeden, sözlerimiz olabilseydi hesapsız...

yıllar...

uzun bir yol yürüdüğümüz. yıllar oldu o ilk andan bu yana. mevsimler değişti defalarca. aylar başladı, aylar bitti. kaç hafta geçti ve kaç gün oldu o ilk andan bu yana. zaman geçti, zaman değişti. çok şey değişti. bir sen değişmedin bir de ben. yıllar yaşandı, yaş alındı ama biz olduk hep. unutmadan, uzak da olsak hep yakın olarak. ne çok kar yağdı, ne çok ıslandık aynı yağmurun altında ayrı ayrı. ne çok ısındık aynı güneş ile farklı yerlerde. başka aşklardan geçtik ama hep birbirimize döndü yüzümüz yine. sen. unutmak istemediğim. güvendiğim. sevdiğim. sevdiğini bildiğim. sen.

sevgili arkadaşım...

Sen. Yoldaşım. Yol arkadaşım. Çözümüm. Çelişkim. Kavgam. Barışım. Dostum. Sırdaşım. İçki sofrasının ortağı. Bir sahil akşamının misafiri. Bir sabahın paydaşı. Bir seyahatin yan koltuktaki yolcusu. Sevgili Arkadaşım...

bir bakış, bir söz...

bir bakış; beni sana bağlayan.
bir söz; seni bana unutturmayan.
günler günler geçti, mevsimler değişti. geçen sene bu zamanlar dediğimiz zamanlar geldi.
sen değişmedin. ben aynı kaldım. aşkımız. o ise zamana yenik düşmedi. bize umudu herzaman o verdi. şimdi yaşarken bu zamanları, o zamanları hüç unutmadık. şimdi hatırlarken o zamanları, bu zamanların içinde, yeni zamanlar yarattık kendimize. tüm zamanlarda, geniş zamanlar ayırdık birbirimize daracık zamanlar içinde bile.

bir hikaye...

tüm kelimelerim, bir hikayenin parçaları. tıpkı bir yapbozun parçaları gibi hepsi biraraya geldiğinde bir hikayenin bütününü oluşturacaklar. hepsi bir masal taşıyor içinde, biraz gerçek biraz düş. içlerinde ben varım, sen varsın, herkes var ve hiçkimse yok. herbiri gerçeğin anları ve herbiri bir düşün parçaları. hepsi gerçek ve hepsi hayal.
işte tüm bunlar sebebiyle, bu hikayerlerdeki hüzünlü aşklar da coşkulu mutluluklar da hem var ve hem de yok aslında. işte tam da bundan dostlar, yeri gelsin hüzünlenin ve yeri gelsin tebessüm edin ve aslında bilinki hepsi hayata dair biraz düş biraz gerçek...

ümit...

bir acı yüreğimin tam orta yerinde. inceden çok fena can yakan bir sızı var yüreğimin tam ortasında. nefes aldırmıyor acısı. burkuluyor çok fena.
beyaz bir sayfa açtım acımı yazacak. dökersem kelimelere sözsüz, hafifler mi bu ağrı dedim.
gözümde yaşlar bekliyor öyle dolu dolu. bir başlarsa akmaya, hiç durmayacak, ondan tutmam da ağlamamaya çabam da.
yazdığım her kelime sana. yazdığım her satır sana yol. olsam bir kuş, yanına uçsam. zaman dursa, denizler donsa. ben bir koşu yanına gelebilsem. bir nefeste olsam yanında.
ellerim sanki cam kesiği, cam kesiği sanki tüm kalbim. batıyor her anında yokluğunun. kanıyor her yeri ayrı ayrı.
bu şehir olsa o şehir. aynı gökyüzüne bakarken aynı çimlerde oturuyor olsak.
her nefesim, soluğun hava olduğundan can veriyor bana.
ağlayamıyorum. ağlamıyorum. dolu dolu gülemiyorum de artık. sadece hüzünlü derin bir tebessüm, uzaklara dalan bakışlar. artık gözlerim daha çok dalıyor uzağa. daha çok uzaklaşıyorum andan. daha çok özlüyor bu gönül seni her geçen an.
bir ümit yaşıyorum tüm ümitsizliğe rağmen.
bir nefes yaşıyorum, senin nefesinin ümidiyle.

günbatımı...

ege gecesi. ızgarada taze lüfer, sofrada taze marul domates turp, radyoda inceden bir melodi. günbatımı eksik bir tek bir de sen..

zamanlama...

bir zamanlama hatasıydı herşey. aşkımız ya sensiz ya bensiz kaldı. şairin dediği gibi; sen bana erken, ben sana geç, kalmıştık..

ben : sen

sen sevdiğinde beni, ben habersiz kaldım; ben severken seni, senin haberin olmadı.

kim bilir...

belki de şair burada birşey demek istemiyordur...

yapraklar...

Sen yoksun ya, yapraklarım soluyor benim. Yemyeşildi yapraklarım ışıl ışıl, rüzgarın sesi ile birleşip tatlı bir hışırtısı olurdu. Şimdi ise yoksun ya sen, yeşili sarıya döndü, ışıltısı kayboldu. Korkuyorumki sert esen bir rüzgarda dalından kopup düşecek, öylesine kuru artık yapraklarım. Rüzgar ile birlikte çıtır çıtır kuru sesleri oluyor artık. Boynu bükük çiçekler gibi dalında zor tutunur gibi artık benim yapraklarım. Birer birer azalıyor yapraklarım. Yine de herşeye rağmen o bir tanesi dalında direniyor hala düşmemek için. Yoksun ya Sen, olacaksın diye...

ne çok zaman ne az zaman...

kaç zaman olmuş sensiz ilk zamandan bu yana. ne az zaman geçmiş takvim zamanı ile ve ne çok zamanmış aslında gönlümün zamanı ile. kaç an olmuş sensiz yaşanan.

heeyy Sen...

yüreğime dokunan, sessiz sözlerimi anlayan. evet evet doğru tüm anladıkların. sensin, herşeyin başladığı yerdeki. evet o an, herşeyin başladığı an, o tek ve ilk bakış. ve sonrası her yaşanan hiç unutulmayan. heeyy Sen, uzağımdaki ve en yakınımdaki. Sen, aşkın hayattaki adı, emeğin anlamı. Sen.

kısacık zamanlarda upuzun zamanlar...

kısacık zamanlarımız oldu bizim hep saat kavramıyla ama hepsi upuzun zamanlardı. yılların ötesinden geliyordu hepsi sanki ve yılların ötesine kadar uzanıyordu. dar zamanlar değildi hiçbiri geniş zamanlardı kısa da olsa. sadece bakarken gözlerimin içine öyle çok şey vardıki sözsüz konuşmalarında. saatler geçti hep kısa geldi bize ve uzundu aslında kısacık bile olsa. kısa saatlerimiz ama uzun zamanlarımız oldu bizim. kısa zamanlarımız içinde uzun zamanlarımız var bizim...

aynı şeyi...

bakarken gözlerimizin içine karşı karşıya dururken sadece ikimiz var gibi tüm dünyada, aynı şeyi istemek o anda ve aynı şeyi düşünmek ve aynı şeyi yapmaktan geri durmak birbirimize rağmen ve güya birbirimiz için. bakarken gözlerimizin içine, çok şey söylemek birbirimize. gözlerimizin içinde tüm aşkımızı anlatmak sözlerimizi saklarken. gözlerimizi dokunurken birbirine en derinden, ellerimizi tenimizden uzak tutmak. bir kısacık anda saçlarımı okşarken bulmak ellerini, kaçırırken gözlerini bir kısacık anda birbirinde kalmak o gözlerin. gözlerimizde kalırken birbirimizin, o anda sarılmayı istemek sadece, hep öyle kalmak, zaman aksa biz öyle kalsak diye geçirirken aklımızdan sadece bakıyor olmak birbirimize ve sadece birbirimizi görmek...

aşk & zaman

aşk ve zaman; insanoğlunun içinde olduğu iki göreceli ve afaki kavram...

yağmur

geceden yağmış yağmurun izleri sokaklarda. hafiften toprak kokusu cadde kenarlarında. su birikintileri olmuş ayrı ayrı yağıp yağarken birleşen biraraya gelen yağmur damlalarından. sen gibi ben gibi biz gibi. bizim yağmuruz gibi. aralanan bulutlardan ortaya çıkan güneşin ışığı ile ışıldayan yağmur birikintileri. biz gibi..

bir sabah daha...

bir sabah. bir istanbul sabahı, soğuk ve beyaz gri, bulutlar ağır, belki birazdan yağmur. ayrı şehirlerde, aynı gökyüzünün altında, sabahın ilk uyanışını belki aynı bulutlara bakarak yapmak, aynı sabaha aynı düşünceyle uyanmak ayrı şehirlerde yanyana..

bir "A"rkadaşlık"Ş"ehir"K"onuşmalar günlüğü - 1

Bir tarih.
Bir gün. Sabah erken saatlerde. Bir karşılaşma, olağan bir selamlaşma. Bir sohbet olmadan geçen 2 gün.
Bir daha kopmayan bir bağ. Kısa birkaç günde yılların paylaşımı. Yıllardır birlikte yaşandı, birlikte biriktirildi anılar gibi hissedilen, düşünülen bir bağ. Bir paylaşım. Planlar, sözler, sesler, bakışlar, şarkılar. Uzun sohbetler, bazenfiziken uzak ama gönülden yakın mesafelerde, bazen aynı masada, tüm öğleden sonra, akşamdan geceye sonra sabaha karşı zamana kadar süren sözlerle paylaşımlar. Bir küçük şişe, birkaç kadeh, lezzetli tekirler bazen.
Gittiğimiz yerler ayrı ayrı ama aynı yerler ve aynı zamanlarda birbirimizi tanımadan, bilmeden. Aslında birlikte olunmasını şimdi hayal ederek.
Şehirler, bizi barındıran ve barındırmasını istediğimiz. Şarkılar, dinlemeyi sevdiğimiz. Planlar, içinde olmak istediğimiz. Ne çok şey yapmayı istiyoruz, birlikte ve yanyana ve beraber.
Ne çok şey biriktirmişiz, günler az ama paylaşımlar çok. Yıllardır süren bir bağ gibi, sadece birkaç günde yılların bağı.
Sevdik birbirimizi, çok şey gibi, hayat gibi; incittik birbirimizi bazen çok derinden ve bilerek, en derinden, iyi geldik yaralarımıza herşeyden çok.
Saatler geçti, günler yaşandı, mevsimler değişti. İlk tanıştığımız mevsim oldu yine. Biraz savrulduk uzaklara biraz yakınlaştık en yakına. Herşey oldu, sadece biz hiç kopmadık.
Hep olduk, yakın ya da uzak, mesafe farketmedi hiç, aklımız bir yerinde hep birbirimizi tuttu. Daima.
Bir gün yaşadık ve birbirimizi hiç unutmadık.

beklemek...

bekledik hep; gözgöze gelmeyi, yolda rastlaşmayı, telefonun onun için çalmasını, en az kendin kadar aşık olmasını, sana bakarken gözlerinin içini gülmesini. bekledik hep; çalışmalarımızın anlaşılmasını, terfi etmeyi, zam almayı, adil değerlendirilmeyi. bekledik hep ve bir ömrü geçirdik. mevsimler geçti, yapraklar soldu yeniden yeşerdi. güneş doğdu güneş battı milyonlarca defa. denizler taştı dalgalar vurdu kıyılara, denizler sakinleşti. bebekler doğdu, büyüdü çocuk oldu. aşklar bitti aşklar başladı. bir ömür geçti, bir bakış uğruna. bir ömür geçti, bir umut uğruna. 

huzur...

uzakta bir yer. sakin ve huzurlu. bir ev. bahçe içinde, çiçekler var bahçesinde. bir salıncak bahçenin bir köşesinde, üzerinde bir battaniye, karşısında bir kameriye. yan tarafında verandası. gün ışığı her yerinde. bahçede renkli lambalar kağıttan, renk renk ışıl ışıl. çatı katında resim malzemeleri ve boya kokusu. bahçede çocukların oyuncakları. mahallede bir ev. komşular. ocakta kaynayan çaydanlıktaki su ve püfür püfür buharı, demlenen mis kokulu çay. fırından taze kurabiye kokusu. ev. aile. çocuklar. yaşam...

mor...

ne eflatun gibi uçuşur ne lacivert gibi ciddi. biraz beyaz, biraz pembe, biraz mavi, biraz lacivert ve işte mor. masum, neşeli, özgür, ciddi. benim rengim biraz da mor, alacalı ebruli neşeli..

aşk, özgürdür

aşk, uçuşmak ister, gönlünce gezmek, nefes almak ister, doya doya. aşk, kısıtlanmak istemez, soru sevmez, camları kapalı bir odada nefessiz kalır çürür. aşk, özgürlüğü sever, özgür ve seninle olmayı, onunla olmayı. aşk, ben olmayı ve biz olmayı sever aynı anda. hem kalır hem gider. aşk, özgürdür.

aşk tetikliyor, sevgi yaşatıyor

aşk, herşeye ve herkese ve herşey için ve herşeye rağmen. küçük, şımarık bir çocuk gibi, sevgi ardından gelen sakin ve heyecanlı, huzurlu ve keyifli, maceracı ve dingin, aklı gönlü ruhu birarada..

aşk'ı boşver, yaşa sadece :)

aşk. insanın gönlüne düşen en heyecanlı duygu, insana yaşatılan en güzel duygu belki de. ama boşver aşk'ı. sen yaşa sadece benimle. dışarda çok güzel bir sonbahar, çok güzel bir şehir. sırılsıklam bir yağmur. gel hadi ıslanalım yağmurda koşarken çocukluğumuzdaki gibi, biriken sulara girip çıkalım sırılsıklam olalım. ısınalım bir soba kenarında bir kır kahvesinde. sahile inelim bir gün doğumunda, günü doğuralım birlikte. gün batımında bir sandalla açılalım Boğaz'ın bir kenarından, izleyelim kızıl sarı mavi gün batımını. elimizde fotoğraf makinelerimiz, gördüklerimizi anılarımızda tutalım. bir o yaka bir bu yaka dolaşalım, sahil boyu gezelim, sokaklar arası geçelim. keşfedelim. şehri ve kendimizi ve birbirimizi. bir büyük açalım, içemeyelim dibine kadar, gülelim halimize ve şişenin dibinde kalanlara. sendelerken ilk adımda, çarptı mı rakı diye gülelim halimize, yok yok diyelim, birden kalktık ondan, yoksa rakıdan değil. kediler dolansın ayaklarımızın arasından. kuyruğu havada garfield görünümlü olan güldürsün birden bizi. telefonda senin adın olsun ilk çalışında. mesaj sesi, senden gelen birşey olsun, komik belki de gördüğüne dair eğlenceli ya da tek bir kelime ve beni özlediğini anlatan sanki sayfalarca. kalabalık olalım, bir konser akşamında, bir film gecesinde, bir sohbet keyfinde, çoğalalım sen, ben, dostlar. aşk. aşkın adına gerek yok, boşver. yaşayalım biz sadece, hayatı, kendimizi, bizi. aşk mı ne olacak, hayat zaten aşk. sen ol, ben olayım, hayat olsun, yaşayalım.

hayat, hikayelerden ibaret..

bir yaşam, elimizde, nasıl yaşamak istersek. hepimizin bir hikayesi var, birileriyle ortak ya da ayrı. hayat, hikayelerden ibaret her parçası ayrı bir hikaye kendi içinde. bazen güneşli bir sabah bazen hüzünlü bir akşamüstü. hepsi bir hikaye hayata tat katan. hayat, hikayelerden oluşan uzun bir yol, tüm hikayeler birbirine bağlı.

yola çıktık..

bir yol. ilk adımla başlar herşey. hayat. bir nefes, bir bakış, bir tutunduğun el ile başlar hayata dair herşey. böyle başlar hayat ve böyle devam eder. daima bir nefes ararız yakınımızda, bir bakış bekleriz gözlerimizin içine bakan, bir el ararız daima tutanacak ve sıcaklığında bizi koruyacak. üşürüz, eksik kalırız, yorgun düşeriz biri eksik kalınca. kolumuz kanadımız kırılır. aşk ile açan kanatlar aşksızlıkla kırılır yine. hayat, aşkı aramakla geçer, bulsan da ve mutlu olmakla başlar herşey, eksik da olsa fazla da kalsa hayattan parçalar.

yaşam dediğin...

bir yol boyu. bir yol hikayesi aslında. sonraki dönemeci bilemediğin. molaları unuttuğun. bir çay içimlik zamanda nefes alabildiğin. yolda karşılaştıklarını bazen es geçip gittiğin ve ki aslında onlar hayatındaki en önemli izler iken. herşey yola çıkmakla başlıyor. ilk adımı attığında yol açılıyor önünde. neye yöne gideceğin ayaklarının götürdüğü yere kadar. bir nefes alımlık duraklarda hayat belki sana bir şans tanıyor.

hadi gidelim...

hadi gidelim. sessiz, sakin bir yere, nefes alınabilen, yaşadığını hissedebildiğin bir yere. evimiz olsun tek katlı, belki en fazla bir çatı katı üstte. bahçemiz olsun. arkasında domates, biber, maydanoz, tere, roka ekelim. ön tarafta çiçekler olsun renk renk mis kokulu. mor salkımlar olsun bahçemizde, mis kokusu karşılasın bahçede. bahçe kapısına hanımeli ekelim, önde beyaz arkasında pembe sarı renk renk, mis kokusu ile girilsin bahçeye. kapımıza bir çan asalım melodisi ile neşelendiren, evimize gelenler keyifle girsin bahçeden, melodisiz bir zil olmasın kapımızda. beyaz boyalı olsun evimiz, ege evleri gibi, mavi boyalı olsun çerçevelerimiz, yaşamın rengi olsun. günışığı evimizde, bahçemizde olsun hep. ince belli ince camdan bardaklarımızla çay içelim kahvaltı soframızda. taze kekik, taze nane olsun. köy olsun kasaba olsun farketmez deniz olsun yeter. denizden esen taze rüzgarla sabaha uyanalım, geceyi ay ve yıldızların denize vuran ışıltısı ile karşılayalım. sahil boyu yürüyelim aklımıza esince. selamlaşalım yolda karşılaştıklarımızla, hal hatır edelim. sokaktaki kedileri besleyelim, köpeklerle oyun oynayalım. iki tek tavla atalım bakkal amca ile dükkanın önünde akşam eve dönerken. mutlu olalım sadece. yaşayalım. mutluluk olsun evimizde. gidelim sadece ve sadece yaşayalım.

an...

bu an, sadece bu an'da olmak, bu an'ı getirdiği ile yaşamak. bitirilecek ödev, teslim edilecek tez, hazırlanılacak sunum, çalışılacak sınav olmadan, sabah uyandığında gözünü açar açmaz aklına yetiştirilmesi ve bitirilmesi gereken dersler gelmeden geçirilen birkaç gün. yeni okullar, yeni dersler, yeni ödevler için merakla beklenilen, hevesle planlanılan ama nefes alınabilen birkaç zaman. tatil gününde gerçekten tatil yapabilmek, gönlüne göre günü planlamadan yaşayabilmek. alışkanlıktan, bekleyen birşey mi vardı diye bir tereddüt anı geçirmek ama sonra rahatlamak. birkaç şeyden çok fazlasını yetiştirmek için koşturmak yerine daha sakin yürüyebilmek. sadece kitap okuyarak, sadece müzik dinleyerek vakit geçirebilmek. yetiştirilmeye çalışılan şeyler yerine " boş zaman " kavramına sahip olup içini keyfince doldurabilmek.

ikimiz...

ikimiz.. aynı defterin yanyana iki ayrı sayfasında, ayrı ama ayrılamayan sayfalarında... ne biraraya gelebilir, ne ayrı kalabilir. ne mutlu ne hüzünlü bir hikaye. hem var hem yok. bir masal. bir düş. bir gerçek. bir var bir yok. hem olur hem olmaz. sen ve ben. ikimiz. yanyana ve ayrı ayrı...

an gelir...

an gelir seversin... an gelir aşık olursun... an gelir sevilirsin... an gelir gerçek sanırsın... an gelir gerçek olur... an gelir düş biter... an gelir ayrılık olur... an gelir anlarsınki hiç olmamış... unutursun... unutulursun... an gelir, anlarsın...   

suskunluğunda...

canım yanıyor suskunluğunda, soğuyor her yer, üşüyorum. acıtıyor suskunluğun. herşey paramparça oluyor, etraf cam kırıkları. canım yanıyor, kırıklar avuçlarımı kanatıyor. sızlıyor ellerim, ulaşamadıkları için sana. canım yanıyor.

aşk... bir anda...

aşk, bir anda, sevmek zamanla, vazgeçmek bir anda, unutmak zamanla..
senin baktığın gibi sana bakıyor sanırsın, kendini inandırırsın, o gözlerin seni görmediğini hiç olmadık bir anda anlarsın..
hiç geçmeyecek sanırsın o sızı ama bir an gelir hiç canın yanmamış gibi olur artık..
bittiği an, bittiğini hissettiğin andır...

gönlüm bir yerlerde durmuş öylece...

kalbim demir bir kapı ardında, kapıda ağır bir kilit paslanmış, ağır demir kapı ardında uzakta bir ses, azar azar içeri bir ışık sızıyor belli belirsiz. gün ışığı dışarıda, kapının bir yanı alaca kurşuni, bir yanı ebruli. renkler aydınlanıyor, açılıyor puslu hava hafiften. ne zaman geldin?

nedir gözyaşlarına sebep olan..

artık kırık dökük aşk hikayeleri değil gözlerime yaş dolduran. o hikayeler ve hikayelerdeki hüzünlü kahramanlar hüzünlü bir tebessüm bırakıyor dudaklarımda artık sadece ve uzağa dalan bakışlar. gözlerimden süzülen yaşlara sebep olan ise çocuklar artık. çaresiz kalan çocuklar, şefkate, sevgiye, ilgiye aç çocuklar. imkansızlıklar içinde imkanlı olmayan çalışan çocuklar. büyümek mi yoksa, olgunlaşmak mı, yaşamak mı yalın bir halde, farkındalıklar mı, hayatı herşeyiyle kabullenmek ve yaşamak mı bu gözyaşlarına sebep olan? 

yoksun

yoksun ya sen şimdi, sensiz her yer. yoksun ya sessiz her yer sensizliğinle. yoksun ya sen şimdi öyle kalabalıkki sensizlikle her yer. yoksun ya öyle ağırki sensizlikle her yer. yoksun ya öyle çok ümitliki günler senliliğe. yoksun ya sen, varsın aslında sensizlikte.

20 Ocak 2015 Salı

bir gece yalnızlığında

ağlıyorum sessizce, gözyaşlarım akıyor yanaklarımdan incecik, acı bir tebessüm dudaklarımda, yüreğimde bir sızı, birkaç anı uçuşuyor zihnimde, eskilerden kalma bir aşk şarkısı fısıldıyorum kendi kendime, gözlerim dalmış, aklımda sensizlik, gönlümde senlilik, anlar geçmiş kim bilir ne az ne çok, köşe lambasının loş ışığında ve pikapta eski bir plağın sesi, sen yokmuşsun, her yan sensizlik, yüreğim sen. özlüyorum, neyi bilmeden.

avuçlarımda

avuçlarım birleşmiş, içinde kalbimin kırıkları, kırıklar ellerime batıyor, kanıyor ellerim, sızlıyor ince ince, avuçlarımı açıp bıraksam bırakamam, kalbimin kırıkları, ellerimde kırıklar, sızlıyor ellerim, sızlayan ellerim mi kalbim mi, geçer mi kırıkların sızısı, geçse de kalmaz mı o sızıdan izler??..

kırıklar

kalp kırıkları da yara bandı ile tedavi olur mu ya da kuvvetli bir yapıştırıcı ile kırıklar yapıştırılabilir mi sanki kırılmamış gibi? parmağımdaki kesik zamanla geçiyor da kalpteki yara ne zaman tedavi olur? gönül sızısı da geçer mi parmaktaki yaranın sızısının geçtiği gibi? parmağım kesilince üfleyip iyileştirmeye çalışıyorum da kalp kırılıp paramparça olunca üflense o da geçer mi? kim üflese geçer kalbin sızısı? kıran mı kırılan mı?

seni özlemek

nedensiz, zamansız, sonsuz, ne zaman başladı bilinmez. neden özler bir insan bir başka insanı bilinmez. neden özlerim seni, bilinmez. ne zaman başladı bu özlem, bilinmez. özlemek, ince bir sızı gönülde, hafif esen bir serin rüzgar gibi şöyle bir ürpertir, titretir gönüle düşünce. üşürüm seni özleyince. yapayalnız hissederim, tek başına tüm dünyada gibi. seni özlemek. vardı hep sanki. bilinmez. seni özlemek. neden ve nasıl. bilinmez. seni özlemek. seni sevmek.

rüzgar, deniz, sen

rüzgar getirirken denizden senin kokunu, her yer sen oluyor esen rüzgar ile. deniz ve rüzgar ve sen. denizdeki dalga, dalgadan sonraki sakinlik. mavi göğün altında pırıl pırıl serin mavilik. açık deniz ve liman. mavi sularda beyaz yelkenli. rüzgar ve deniz ve sen. kıyıya esen rüzgar getirirken denizden senin kokunu, her yer sen. deniz ve rüzgar ve sen.

ben seni sevdim..

ben seni sevdim. çok sevdim. gidişlerden korkarak ve gidişleri asla hayata dahil etmeyerek. iki kişi olarak ama tek kişi kalarak. renk renk balonların gökyüzüne uçuştuğu gibi özgürlükle çok sevdim. denizin mavisi gibi. gökyüzündeki bembeyaz martılar gibi. bir yelkenlinin rüzgarla salınışı gibi. sen gibi. ben gibi. biz gibi. bir gibi. iki ayrı bir gibi. ben seni çok sevdim. senin gibi.

tercih...

insanlar gelirler, insanlar giderler. insanlar seçerler, insanlar vazgeçerler. insanlar severler, insanlar sevmekten vazgeçerler, insanlar sevseler de giderler, insanlar sevmeseler de kalırlar. insanlar bir seçim yaparlar. seçimleri ile sevinirler ya da üzülürler, seçimleri ile sevindirirler veya üzerler. insanlar yaşarlar. insanlar kaçarlar. insanlar geri gelirler. geldiklerinde bıraktıklarını bulurlar ya da buldukları bıraktıkları değildir. insanlar. insan, üzer de kırar da bilerek ve bilmeyerek ve aslında daha çok bilerek.  

bir iz

geçmişten bir ses, fısıltı gibi sanki. zamansız ve sebepsiz. amaçsız ve de aslında. faydasız, ne sana ne bana. uzağı yakın edemeyecek kadar geç, seni ve beni biz yapamayacak kadar geç, dost kalamayacak kadar geç, kadehleri tokuşturup dünyayı kurtaran sohbetleri, hayalleri, sözleri paylaşamayacak kadar geç ve eğreti. yersiz ve sahipsiz. kısa sözler ve uzun cümleler ama hepsi havada asılı. ardında başka sözler ama söylenmeyen. yaranın üzerindeki kurumuş kabuğu kaldırır gibi ama gerçekten kabuk kurumuş artık kanamaz da acımaz da. bir iz sadece geçmişten ve şimdi ise o sözler o geçmişten çok uzak. 

ay ile güneş

gece geldi ay göründü bulutların arasından, gece sabaha varırken ay, güneşe döndü. ne sabah, ay, güneşe küstü; ne gece güneş, ay'a..

huzur

gece güne dönerken bulutlar aralandı gök açıldı gün ışığı yüzünü gösterdi. geceki fırtına dinmişti, heryer sütlimandı artık. fırtına sonrası sakinlik hakimdi artık ve bundan böyle. keyifli ve dingin ve huzurlu..

aşka düştüm ben

Bir anda. Bir bakışma ile. Nefesim kesildi birden. Heyecanlandım. Saçmaladım. Gönlümde kelebekler uçuştu. Kalbimin sesi kulaklarımda. Şımardım alabildiğince. Şımarttım gönlümce. Sevdim de. Ben aşık oldum. Denizin bana getirdiği Sana. Seninle.

bir an

bir andır herşey. bir anda olur herşey. aşk bir anda olur. yaşam bir anda başlar. ölüm bir anda gelir. nefes veren, nefesini alan ve nefesini kesen herşey bir anda olur. Sen’i gördüğüm an da bir andı. nefesimin kesildiği ve Seninle nefes bulduğum an. herşey o bir andaki bakışla başladı, bulutların dağıldığı derin maviliğin yanıbaşında hissettiğim o anda yeni bir nefes oldu bakışınla. zaman geçecek, hava bulutlanacak, hava yeniden açacak, mevsimler değişecek ve o bakışın hep kalacak. bir deniz sevdam hiç bitmeyecek bir de denizin bana getirdiği senin gözlerindeki o bakışın hatırası.

deniz ve sen

ben denizi sevdim, maviyi alabildiğine, göğü sevdim beyaz bulutların ardındaki maviyi, o maviliğin sesini dinlemeyi sevdim, mavinin sessizliğinde kaybolmayı bir de. balıklarla yüzmeyi sevdim, onların yanımda bir yandan öbür yana yüzerek geçmelerini izlemeyi sevdim. sahilden o maviliğe bakmayı sevdim bir de. yanımda seninle meltem esintisini yüzümde hissetmeyi sevdim. bir akşamüstü günbatımında sahilden martıları izlemeyi sevdim. seninle Boğaziçi'ne bakmayı sevdim hayaller kurarak. ben maviyi sevdim, denizi sevdim bir de bana Seni getiren..

senin yanında...

bir kayığın içinde meltem esintisi ile hafif hafif sallanıyorum derin mavinin koynunda üzerimde bembeyaz bulutlar. uzanıyorum tatlı dalgalara doğru, elimi suya sokuyorum, elimle dalga yapıyorum suda, balıkları besliyorum suya attığım kuru ekmek parçaları ile. ah bir de şu güneş gözümü almasa. yanaklarım da küçük bir yaramaz çocuğunki gibi güneşten pembeleşmiş. biraz ötedeki kıyı sanki çok uzak gibi, kıyı umurumda değil de ondan. martı sesleri kulağımda. ekmekleri yiyen balıklar neredeyse suyun üzerine çıkacaklar. küçük balıklar toplaşmışlar bir yandan diğer yana yüzüyorlar hızlı hızlı. deniz kokusu içimde. balıklarla yüzüyorum derin maviliğin içinde. Senin yanında..

19 Ocak 2015 Pazartesi

pamuk şeker

pembe bir pamuk şeker elimde. yürürken esen hafif rüzgar ile yüzüme uçuşuyor pembe şekerleri. parmaklarımda pembelikleri, ağzımın kenarında şekerleri. çocuk günlerimdeki gibi yiyorum elimdeki pembe pamuk şekeri. pamuk şeker sevdam hiç geçmedi, çocukluğum hiç bitmedi.  

........................................................................................

elimde pembe bir pamuk şeker, rüya gibi. bir elimle şekerin sarıldığı ince çubuğu tutuyorum diğer elimle pembe pamukları koparıp koparıp afiyetle yiyorum. yüzüm, ellerim pembe yapış yapış. çocukluğumdan bir gün keyifli. beyaz çoraplı küçük bir kız çocuğu, fiyonklu ayakkabılar bir de pamuk şeker var o günlerden. ne zaman pamuk şeker görsem mutlaka alırım bir tane. önce keyifle ve heyecanla ve tabii sabırsızlıkla pesbembe pamuğun döne döne çubuğuna sarılmasını izlerim. sonra da o kocaman bulutu alıp pembeye boyanan ellerim ve yüzme aldırmadan çocuk olup yerim parmaklarımı da neredeyse yiyecek gibi. pamuk şeker var çocukluk anılarından, pembe hayal bulutu gibi. hala sönmedi o bulut, bir yerde daima bana el sallayan çocuk ve pamuk şeker.     

yağmur

yağan yağmuru izlemek camın kenarında oturup hafif esintili havanın keyfini sürerken. çay bardağın elinde. ince bir hırka omuzlarında. yanında sevdiklerin.

yol ayrımı

yol ayrımındayız bir bir, bir bir ayrılıyor yollarımız köşe başlarında. nemli gözlerle ama yine gülümseyerek biraz hüzünlü vedalaşıyoruz sessizce yavaş yavaş birbirimizle. yollarımız farklılaşırken farkında olmadan, farkında olmadan başka yollarda yürüyerek uzaklaşıyoruz birbirimizden. geriye göz attığımızda usulca, son sapaktan ne de çok uzaklaştığımızı görüyoruz. geriye dönmek o kadar uzakki artık biraz yavaş biraz sık adımlarla yola devam ediyoruz, yeni yol ayrımlarına kadar. her yol yeni bilinmeyenler, her yeni adım hayata yeni bir umut olarak.

rota

meleklerin rotasında yol alırken yelkene vuran rüzgar ile bir yıldızlar eşlik eder yolculuğa bir de parlayan güneş. dümeni kırıp ufka doğru giderken meltemin esintisi kendini hissettirir bir yandan. mavi göğün altında lacivert deniz yoldaş olur rüzgar ile birlikte tekneye. her dalga ile öğrenirken sonrakinde sarsılmamayı, rüzgarı doğru almayı da dümeni doğru tutmayı da öğrenir bir yandan.

küçük adımlar

okuma yazmayı çizgi çizmeye başlayarak öğrendik, sayı saymayı oyun fasulyesi sayarak, bisiklete binmeyi iki pedal çevirip bir düşerek öğrendik eşofmanımız bisiklet zincirinden yağ olmuşken. yürümeyi küçük adımlar ile öğrendik, elimiz altındaki eşyalara tutunarak, yanımızdakilerin elini tutarak düşmemek için. aşkı nasıl öğrendik? tutunacak ne bir eşya var elinin altında onu öğrenirken düşmemek için, ne de düşmemek için tutabilecek bir el. alıştırmalar da yok oyun fasulyesi gibi. aşka düşüyorsun, aşkı yaşıyorsun. sadece aşkın ve sen. bir de yara bere içinde kalp. yaraları saran bir bakış, bir tebessüm bir de unutulmayan.

acaba ??

acaba bilseydik hatalarımızın neler olduğunu, anlasaydık tökezlemelerimizin sebeplerini daha iyi bir yolculuğumuz mu olurdu kendi yolumuzda. hatalarımız ile mi öğrendik hayatı, her defasında başka hatalar yaparak mı daha uzak ufuklara yürüyebildik. hata ne idi? ne olduğunda canımız yandı, dizlerimiz kanadı, yaşlar süzüldü inceden gözlerimizden. ağlamayı bile sessizce yapmaya ne zaman başladık, başka bir hata ile mi öğrendik bunları hep. hayat, hatalar ile yürümeyi öğrenme, 3 yanlışın bir doğruyu götürmeyi, 1 yanlıştan 1 doğruya varma yolculuğu mu oldu aslında. acaba??

gitme vakti

gidiyorum. artık olmayacağım buralarda. uzak ülkelerden bakacağım yaşadıklarıma. hepsi uzak bir hayal olacak bundan böyle. ne zaman yaşadığımı bile silik bir siluet olarak hatırlayacağım sadece. acıları bile olmayacak artık, sadece biraz hüzünlü hafif bir tebessüm olacak aklımdan geçtiklerinde. günler geçecek, anılar uzaklaşacak, yeni dünyalar açılacak, yeni anılar birikecek yeni yaşamlardan. sızısı olmayacak, sadece yaşanmışlıkları kalacak geriye tebessümle hatırlanacak. sen bile bambaşka olacaksın...

bir garip haller içinde...

kaç zaman olmuş ilk merhabadan beri, kaç defa gülmüşüz birlikte, kaç defa kızmışız birbirimize zamanı almışız araya, uzak kalmışız sayamadığımız anlar boyunca, sonra gelmiş bir zaman sanki hiç geçmemiş gibi o uzak zamanlar yine devam etmişiz gülmeye yine kavga etmişiz. ne yapabilmişiz kavgasız ne biraraya gelebilmişiz elele ne de ayrı kalabilmişiz. arafta kalmışız hep, ne o tarafta olabilmişiz ne bu tarafta. başka yol arkadaşları edinmişiz gibi yapmışız ama bilmişiz ki o yol bizimmiş aslında, yola ne ayrı devam edebilmişiz ne yol arkadaşı alabilmişiz. yolun ayrı iki yakasından yürüsek de hep aynı yolu paylaşmışız.

o zamanlardan...

sonsuz masmavi göğün altında uzayan sapsarı topraklarda aydınlandı bir hazan mevsiminde. en gerçek rüya idi o zamanlardan bugüne. bir romanın sayfalarında gezindik, kendimizi romanın kahramanı yaparken. ne planlarımız bitti ne hayallerimiz sona erdi ne de romanın sonu geldi. bitmeyen öykü oldu hayallerimiz. hiç ayrılmadık o geçitlerden geçtiğimiz günlerden beri hiç kavuşmadan. 

biz...

istanbul şahit olsun herşeye.. boğaziçi'nin ışıltısı, mavi gökyüzü, lacivert deniz, buğulu ufuk, martılar ortak olsun.. yakamoz aydınlatsın geceyi, güneşin her doğuşunda yeniden tazelensin aşkımız. dalgaların sahile her vuruşunda yeniden başlasın herşey. sen, ben, suya vuran yeni ay, boğaziçi, istanbul'un kalabalık sessizliği.. 

sen...

an gelir.. sesin çağırır beni, özlemine sabır yetmez. ufka dalmış düşünürken seni, telefona takılır aklım bir yandan, çalmasını beklerken sen diye. bakarım saate saniyeler geçmiş, günler gibi gelen. yutkunurum. gönlümde bir düğüm, dilim lal, içimde buruk bir tat sensizlikten kalan. bir damla yaş usulca süzülürken gözlerimden, aklımda sadece sen, kalbimde aşkın.

lal...

... dilimin ucunda sözler. söyleyemem. bir söz bekler lal olan dil çözülmek için. çözülmez. bekler. susar. öylece izler sadece gözler olan biteni. anlatamaz. sadece gülümser hafifçe, küçük bir tebessümle gizi içinde saklı...

mavi aşk

mavi bir aşk bu.. dipte beyaz kayalar, incecik kum, kristal su ve maviden laciverte yolculuk, yukarıdan suya düşen güneş ışığı ve suyun yüksek sesli sessizliği ile balıklarla yolculuk.. huzur ve heyecan, süprizli..

yeniden...


her yola çıkış bir umut aslında en baştan. yeniden hayata başlamak sanki. sonra yeniden kendine yenilmek biraz da, yeminleri en baştan bir daha, tekrar tekrar bozmak, yeniden vazgeçmek, en başa dönmek, yeniden sözler vermek kendine, tekrar sakinleşmek, kendini dinlemek biraz yine.

sonra yine en baştan umutlanmak, yolun gidişi değişse de sonunda yine aynı yol ayrımına gelmek..

giden kalan

birisi gider birisi kalır. Giden mi gitmiştir yoksa kalan mı bilinmez. Üzerinden bir ürperti geçer veda anında. Yüzünü bir soğuk sarar geçer. Sonra şöyle bir kollarını kavuşturursun ve yoluna devam edersin. Arada o soğuğun sızısı ürperdi içini bir an. Sonra o da geçer. Hayat devam eder. Giden gittiği yerde kalan bıraktığı yerde yaşamaya devam eder. Bu hikayede mutsuz yoktur ama mutlu da yoktur. Sadece herkes kendi tercihini yaşar. Bazen o tercihi kendi yapar bazen karşısındakinin yapmasına izin verir. Kalan da giden de aynı kaderdedir aslında. Soğuk rüzgar herkesin içini ürpertir, kimseyi es geçmez..

tesadüfler...

gülmekten adımlarımızın hep yarım kaldığı birlikte geçtiğimiz o caddede bir başka defa daha yürür müyüz kahkalarımızdan adımlarımızın kesileceği anlarda ya da ayrı ayrı yürürken karşılaşır mıyız en azından, tesadüflerimiz var mıdır hala bizi buluşturacak; aşk, tesadüfleri ile biraraya getirir mi bizi yine; gülmekten yürüyemez olur muyuz caddenin ortasında; yollar uzasın ister miyiz yine daha çok bakmak için gözlerimizin içine ve daha çok gülmek için anlattıklarımızdan ve birbirimizin sözlerini her tamamladığımızda aynı şeyleri düşünüyor ve hissediyor olmaktan şaşkın bir memnunlukla bakarken birbirimize ve birbirimize çaktırmadan aynı anda bizim tesadüfümüzü gülümseyerek hatırlayıp o andan memnun olarak.

sabahlarını sevdim ben senin

Sabahlarını sevdim ben senin
Uykudan uyanışını izlemeyi sevdim
Beni uyandırmanı sevdim bir de saçlarımı koklayarak

Sabahlarını sevdim ben senin
Yüzüne doğan güneşi sevdim
O güneşle içime doğan umudu sevdim bir de

Sabahlarını sevdim ben senin
Uyandığındaki çocuk halini sevdim
Günaydın deyişini sevdim bir de

Sabahlarını sevdim ben senin
O sabaha uyanan geceni sevdim
O gecede yanımda kalmanı sevdim


......................

bir sabahçı kahvesinde oturmuşuz...

Elimizde tavşan kanı çaylar birer de sıcak peynirli poğaça
Akşam sefasından kalmayız
Boğaz’a karşı oturmuşuz dün gece
Güneşi sarıdan turuncuya turuncudan kızıla döndürmüşüz elimizde kadehler
Mehtabı izlemişiz sonra bi de denize vuran ışıklarını
Çakırkeyf olup kalkmışız sonra
Biraz yürümüşüz sahil boyu
Oturmuşuz bir park iskemlesine, mehtabı bir de denizevuran ışığını izlemişiz
Başım omzunda sen bana sarılmışsın
Güneş doğmuş o sırada
Güneşi ve martıları seyretmişiz
Bir de sabah serinliğinde hafif ürpermişiz de birbirimize daha bir sıkı sarılmışız
Sonra kalkmışız
Gelmişiz sabahçı kahvesine,
Elimizde birer tavşan kanı çay birer de sıcak peynirli poğaça

..........

uzakları severim ben...

Kilometrelerce uzakta olmayı. Her şeyden ve herkesten uzakta olmayı. Bağlanmamayı isterim ben. Hiçbir şeye ve hiç kimseye bağlanmamayı. Yarını bilmek isterim hem, hem de bilmemek. Planlı, hesaplı yaşayamam ben, bir sonraki adımı hesap edemem yaşarken. İçimden geleni yaparım hep. Kök salamam kimsede ve bir şeyde. Korkarım bağlanmaktan. Kaçarım o yüzden hep. Kaçırırım güzel anları belki bu yüzden ama başka güzel anlarım olur böylece. Kimse bilmez bunları. Anlamaz da zaten. Ama ben kalamam bir yerde ya da birinde, istesem de..

çekip gitmek gerek arasıra...

Kimseye haber vermeden, telefonunu yanına almadan, içinde bir şort, iki tişört, bir sandalet olan küçük bir çantayla. Kredi kartlarını da almamak lazım çok para da. Kredi kartı bana şehri hatırlatıyor çünkü. Arabana binip gideceksin buralardan. Kafana estiği gibi yol alacaksın. İstediğin yerde durup çeşmeden su içeceksin, istediğin yerde sağa çekip ufku seyredeceksin. Sonra karnın acıkacak. Duracaksın bir yol üstü kahvesinde. Otlu gözleme, tereyağında çift sarılı yumurta yiyeceksin. Ama öyle teflon filan değil eski usul bakır ya da aluminyum tavada pişmiş olanından, şöyle ekmeğini bulaya bulaya tavanın dibini sıyıra sıyıra yiyeceksin yumurtanı. Yanında da en tavşan kanından çay hem de su bardağında. Sıcacık köy ekmeği gelecek masaya taş fırından yeni çıkmış, kabuğu kalın çıtır çıtır. Süreceksin sapsarı taze köy tereyağını, aman diyeceksin bu haftasonu kolesterol de tatile çıktı. Eski kaşar, mis gibi taze kaymak. Hepsinden yiyeceksin. Üzerine de içeceksin bir keyif çayı ince belli bardakla. Tam olacak keyfin. Uzatıp ayaklarını bakacaksın yemyeşil otlara, ağaçlara, sinekleri kovalayan karabaşa. Hayat bu diyeceksin başka birşey düşünmeden. Hatta düşünmeden. Yaşayacaksın o güzel 2 günü. 

herşey bir tesadüf..

hayat tesadüflerden ibaret aslında. yoluna biri çıkar bir köşebaşında ve sonraki her köşebaşında artık, her çıkışında başka bir tesadüftür. bazen yollar uzar, karşılaşmalar seyrekleşir, yine de o tesadüfün hayatındadır ve bir sonraki köşebaşında karşılaşacaksındır yine. sabredemezsin bazen, yolu hızlı gitmek istersin bir an önce köşebaşına gelmek istersin, bazen biter tükenir sabrın artık köşebaşını göremezsin. yine oradadır aslında, o artık tesadüfündür senin, hayatının her anında olacaktır, yanında, yakınında, uzağında seninle.

bir yol hayat

bir yolda yürüyoruz, aslında tek başına. yol arkadaşlarımız oluyor seçtiğimiz ya da seçilmek isteyen. bir sözle katıyoruz hayatımıza yol arkadaşlarımızı, inanmamızı istiyorlar o söze ve inanmak istiyoruz o söze. o sözle başlıyor herşey ve o sözü hiç saymakla başlıyor yolun sonuna gelmek de. neden ekliyoruz hayatımıza yol arkadaşlarını ve neden vazgeçiyoruz herşeyden, kim bilir. birden mi oluyor bitişler yoksa biz mi fark etmiyoruz bitişleri, kim bilir. yolların bir gideceği zamanlar var sanırken niye sadece sanılır da yaşanmaz, kim bilir. kim bilir, yol arkadaşlığı yapılabilir mi..

ilişki bir paylaşım ise eğer...

paylaşmak ise hayatı, ortak olmak ise hayata, keyfe, neşeye, hüzne o zaman zenginleşir aşk da sevgi de. söylenen iki güzel romantik söz değildir beraberliği ilişki yapan, o iki güzel söz, hoş bir heyecandır ilişkiye başka bir renk veren ama ortaklıktır ilişkiyi yaşanabilir yapan. Boğaz'ın ışıklarının eşliğinde kulakta hoş bir müzikle yenilen yemek eğer yemeği beraber yediğiniz sevgili gerçekten paylaşabildiğiniz de ise güzeldir. Yoksa sadece romantik bir yemektir, yemek bittiğinde romantizmi de biten. Konuşabilmek, konuşmadan da anlayabilmek, tartışabilmek, hatta kavga edebilmek ve barışabilmek, karşı karşıya kaldığında da nezakette olabilmek ve yollar zaman zaman ayrı da olsa yürümeye devam edebilmek, illa aynı yolu yanyana yürüyünce sürdürebilmek yerine yanyana ya da yakın ya da uzak da olduğunda yolun beraber olduğunu bilmek ve bunu yapabilmektir paylaşmak, o zaman aşk da olur sevgi de romantizm de heyecan da. her an sürpriz beklemek değil zaten beraberliğin bir sürpriz olduğunu bilmektir onu paylaşabilir kılan..

??

kaç defa yanılabilirsin, kaç defa kalbin cam bir kürenin kırılması gibi tuzbuz olabilir, kaç defa güvenip kaç defa incitilmek istenbilirsin bile bile ve kaç defa incinebilirsin her defasında yeniden. hata inanmakta mıdır yoksa inandırmaya çalışmakta mı ve hatta aslında hata yok mudur, sadece hayat mıdır yaşanan. unutup yürümeye devam etmek mi gerekmektedir yoksa üzüldüğünde bunu da yaşayabilmek midir insanca olan. eksilenlerin eksildiğini görünce gülüp geçmek midir hayatın gerçeği yoksa eksilenlere üzülmek mi. bir kalp taşıyorsak eğer bir yürek bir ruh bir beyin, önemsememek mi kimseyi esas olandır yoksa hayatına dahil olan ya da teğet geçenleri önemsemek mi..

kalışlarım

yoksunluklarım var benim, yokluklarım, yalnızlıklarım. kırgınlıklarım var, kaçışlarım bu kırgınlıklardan, yalnız kalışlarım. 

hayat

bugünden bakmamalı hayata, yarından bakmalı. bugün hoşa gitmeyen şeylerin yarın mutlu edecek sonuçları olduğunu da hesaba katarak yola devam etmeli. üzülmemeli yaşananlar için, yaşanması gerektiğinden yaşandığı ve yeni kapılara yol açtığı düşünülerek yola devam edilmeli ümidi kaybetmeden.

aşkın e hali ?

hangi halindeyiz aşkın? e'ye vardık mı çoktan? yoksa a ile b arasında bir yerlerde miyiz? c uzak mı bize? yoksa aslında hemen c'ye mi gelmiştik? d olmuştuk galiba zaten ve ondandı mıydı e'den korkmamız belki de? a, b, c, d tamam da e de illa olmalı mı aşkın halleri için de? bundan korkmamız d halinden acaba? e'ye varır mı her aşk ya da zaten aşk varsa d'den sonrası olmaz mı? aşkın halleri eski sınav kağıtları gibi 4 şıklı aslında. e, aşka varamayanların tek şıkkı.

kış güneşi ısıtıyor içimi

soğuk kış gününde sıcacık yapıyor heryeri. denize vuran ışıkları aydınlatıyor her yeri, ışıl ışıl yapıyor. yağmurlu ve hatta karlı soğuk ve gri günlerin içinde sıcacık ve ıış ışıl haliyle hem kışı hissettiriyor hem baharı yaşatıyor. ben, her mevsimi herşeyi ile yaşamayı seviyorum. kışın soğuğunu da seviyorum bu yüzden. ben bir de sürprizleri seviyorum. kış güneşini de seviyorum bu yüzden. ummadık anlardaki kendiliğinden mutluluk ve keyifleri seviyorum ben. kışın soğuğunda bulutları tatile çıkarıp sürpriz yapan kış güneşi ile de mutlu oluyorum bu yüzden. hayatı seviyorum, her getirdiği ile.

istanbul'da...

bir kadın. İstanbul'da. genç. mutlu. hüzünlü. İstanbul gibi. yalnız ve kalabalık. ışıklı, rengarenk. çeşit çeşit. gizemli ve açık. yalın ve karmaşık. İstanbul gibi. var ve varlığı ile mucize. ulaşılmaz ama ulaşılır. mucize ama gerçek. İstanbul gibi. sakin, dingin, heyecanlı, telaşlı, neşeli, çekingen, ürkek, girişken, mutlu, hüzünlü, kahkahalı, tebessümlü. lüle lüle saçları güneş ile ışıl ışıl, yağmur ile ıslanıp daha bir lüle. küçük bir kız çocuğu gibi. genç, çocuk. İstanbul gibi.

istiklal caddesi'nde...

bir kadın yürüyor, İstiklal Caddesi'nde, genç, ruhu kendinden genç. hava soğuk, üşüyor, omuzlarını kaldırmış üşümemek için. hava buz kesmiş. yine de yürüyor tüm yolu bir uçtan diğerine tek başına. ne üşüdüğünü kimse anlıyor ne de yalnızlığını. tok adımlarla yürüyor yolu. etrafına bakıyor bir yandan belli belirsiz. hem ufak bakışlar hem herşeyi görüyor. aklından birkaç eski melodi geçiyor. bazısı hüzünlü bir şarkı, bazısı neşeli. hepsinde yüzünde bir tebessüm var yine de. üzgün değil. hep gülümseyecek bir yan buluyor hayatta. bu yolu da seviyor. etrafta insanlar, sakin ve koşturmalı. onun aklında hayat, birkaç melodi eşlik ediyor, yüzünde bir tebessüm, elleri ceplerinde, yürüyor.

yağmur...

yağmuru izledim camdaki yağmur tanelerinin arkasından, sokağa baktım ve caddede hızla geçen arabalara, hızla yağmurdan kaçmaya çalışan insanlara. yağmurun hüzünlü bir keyfi var aslında bence. sakince sıcak bir köşede camın hemen yanında oturup yağan yağmur tanelerini izlemek başka bir keyif hele elinde bir fincan lezzetli bir kahve ile. tanıdık bir yerdeyim bu yağmurda. yıllarca yürüdüğüm yokuşta bir camın arkasındayım. aynı yokuştan ne çok yürüdüm, düşündüm de. nedensiz birdenbire gözlerim doldu, durduramadım gözyaşımı. üzgün değildim aslında yağmuru izlerken o tanıdık yokuşta bir köşede ama nedense gözlerimden yaşlar süzüldü. ne çok yıl geçmiş, kaç yağmur yağmış, kaç kar zamanı yürümüşüm o yokuştan geçip gitmişim, kaç yağmur kaç güneş daha geçeceğim o yokuştan. renk renk şemsiyeler ile yürüyor insanlar, benim elimde mis kokulu bir kahve sıcacık. kahve içmek aslında böyle birşey, 5 duyu ile hissetmek kahveyi, kokluyorum önce içime çekiyorum kokusunu sonra başlıyorum içmeye yavaş yavaş telaşsız. kahve telaşsız zamanların içeceği bence. uzun oturmaların, biraz heyecanlı biraz romantik sohbetlerin içeceği. dost içeceği, aşk içeceği, çok şeyin keyfinin ortağı, kahve ve yağmur.